Hastalığı reddeden n’etsin şifayı?

Vahyin tanzim ettiği İslam’ın ecza dolabında ilacı bulunmayan her hangi bir hastalık yoktur.

Bu hastalık ister bireysel, ister toplumsal olsun, bu böyledir. Çünkü o dolabı tanzim eden, İnsanın ve insanlığın Rabbi’dir. Kur’an şu suali sorarken, cevabını da içinde vermiyor mu: “Yaratan bilmez mi?”

Yaratan bilir. Sadece bilmekle kalmaz, birey ve toplumların hastalıkları için devayı da yaratır. O devayı dileyecek irade ve bilinci de yaratır. O bilinç ve iradenin gereğini yerine getirecek gücü ve kuvveti de yaratır. Bütün bunları yaratıp insana emanet ettiği halde, insan hala o iradeyi, o bilinci, o gücü, kuvveti kullanmıyorsa, o emanete ihanet ediyor demektir. Her ihanet şöyle veya böyle cezalandırılır.

Sorun ecza dolabının yetersizliğinden değil, hastanın kendisinden kaynaklanıyor. Yara deva bulmuyorsa, sebebi budur. Hastadan kaynaklanan sorunlar bir değil, elvan elvandır. Bunlardan başında, hastanın hastalığını kabul etmemesi yer alır. Bu da, cehaletten kaynaklanır. Hastalığını reddeden n’etsin şifayı? Şifa bulmanın ilk şartı hastalığı kabul etmektir.

Daha, hastalığı kabulde zorlananlar var. Hastalığın adı “tefrika”. Bahanesi mezhep, ırk, ulus, aşiret, meşrep, ekol, çizgi, cemaat vs. Tefrika hastalığına mezhepleri bahane olarak gösterip, bu hastalığın tedavisi için asıl onların hedef alınmasını istemek, ahmakça bir demagojidir. Bu durumda, ırkçılık hastalığını tedavi etmek için ırkları mı yok edelim? Ulusçuluğu tedavi etek için uluslara mı savaş açalım? Cemaat taassubunu tedavi etmek için cemaatleri mi ortadan kaldıralım?

Bu nasıl akıl? Bu, sorunu çözmek istemeyenlerin yaklaşımıdır. Sorunu çözmek yerine, çözümsüzlüğe mahkum etmek isteyenler yapar bunu. Zaten bir işe de yaramaz. Çünkü böyle yapmak hayatın doğasına karşı savaş açmak, suları yokuşa akıtmaya çalışmaktır. Sahibini boş yere yormaktan başka hiçbir getirisi yoktur.

Vahyin inşa ettiği bir akıl, “ihtilafları” zenginlik olarak algılar. Kur’an’ın, dillerin ve renklerin farklılığını Allah’ın birer ayeti olarak sunması bu demektir. İnsanoğlunun kavimler ve kabileler halinde yaratılmasının gerekçesini vahiy “tanışasınız için” diye ortaya koyar. Bu farklılıkları (ihtilafları) birer “ayet” olarak okuyana düşen de budur.

İlginçtir, “şuub” ve “kabile” ırktan daha aşağı kategorileri ifade ettiği halde “ırkı” ifade eden daha üst bir kategori anılmaz. Irkların tabii birer oluşum değil sentetik birer oluşum olduğunu ve oldukça karmaşık ve geçişken tarihsel süreçlerin sonucunda ortaya çıktığını ifade eden Gumilev’in “Etnogenez” adını verdiği tez, Kur’an’ın yukarıdaki yaklaşımına oldukça yakın durmaktadır.

Özetle, bir asabiyete/tabii aidiyete sahibi olmak değil, Allah Rasulü’nün buyurduğu gibi “bir asabiyete davet etmek” yasaklanmıştır. İşte hastalık, ırk, kavim, kabile, cinsiyet, coğrafya, ulus gibi bir aidiyet taşımak değil, bu aidiyetleri “üstünlük” ve “ayrıcalık” gerekçesi saymaktır. Vahiy bunu şiddetle reddeder ve üstünlüğün yalnızca “takvada” olduğunu söyler. Takva doğuştan gelen bir aidiyet değil, kişinin kendi çabasıyla ulaşacağı bir erdemdir.

Hastalığının tedavisi için İslam’ın ecza dolabına başvurmayanları, sahte hekimler ilaç diye sundukları şeylerle zehirliyorlar. Kanları zehirlenenlerin çağırdığı “asabiyet”, aslında zehirli kana çağırmaktan başka bir şey değildir. Bu çağrıya koşan herkes zehirleniyor.

Irak’ta işgalciler tarafından kaşınarak kanatılan yara, potansiyel olarak tüm İslam coğrafyasında etkisini hissettirebilecek bir yaradır. Bir buçuk milyarlık öksüz ve yetimin yaşadığı coğrafya, kaşınınca kanayacak yaralarla doludur. Bunun şu veya bu isim altında olması işin mahiyetini değiştirmez. Müslüman tasavvurunda “insan insanın cennetidir” düsturu hakimdi. Fakat bu düstur, epey bir zamandan beri, Hobbes’un “insan insanın kurdudur” düsturuyla yer değiştirdi. İman, güven demekti. Bizi tedavi edecek ilacı düşmanın eczanesinde aradığımız günden beri, iman güvensizlikle eşanlamlı hale geldi.

Buna karşı alınacak önlem bellidir: Kanlarımızı zehirleyenlerin reçetelerinden şiddetle kaçınmak. İslam eczanesi bize yeter, Allah bize yeter!

 

Yorum Yaz