Hayat Hicret’tir

Yokluk, hicretin sıfır noktasıydı. Her şey hicretle başladı. Varoluş bir hicret oldu. Yokluktan varlığa, “adem”den “bu dem”e hicret.

Hicret, ilahi rububiyyetin kaçınılmaz sonucuydu. Zira terbiye, kalıp olarak basitten mürekkebe, ilkellikten olgunluğa, noksanlıktan kemale doğru bir hicreti ifade ederdi.

“Biz her canlıyı sudan kıldık” buyuran Âlemlerin Rabbi, canlıların hicretini sudan başlatmıştı; yürüyen, sürünen, uçan canlıların.

Topraktan (min türabin) geçti, çamurdan (min tinin) geçti, balçıktan (min hamein) geçti, süzülerek konsantre edilmiş ve özel işlemden geçirilmiş balçıktan (min hamein mesnun) geçti, ses veren/konuşan bir canlı aşamasına (min salsalin) geçti, dayanıklılık testinden (min salsalin ke’l-fahhar) geçti. En nihayet su, toprak, hava ve ateş Alemlerin rabbi’nin kudret elinde “beşer” olarak göründü.

Beşer bu canlıların müstesnasıydı. Beden ve can sahibiydi. İnsan olması için “alaka” kurması, “ünsiyet” sahibi olması gerekiyordu. Yani hicretine devam etmesi gerekiyordu. Eğer canlıların hicreti dursaydı, insan insan olamayacak, beşer kalacaktı.

Hicreti hayatın sırrı yapan Allah ruhundan üfledi. Vahşi beşer, kendine ve Rabbine ünsiyet kesbetti. Ruh-u menfuh ile irade ve akıl sahibi oldu. İşte insan oluş hicretinin bu dönüm noktasında, ceset ve can ruhlandı, akıllandı ve irade sahibi oldu. İşte tam bu noktada bilgiyi keşfetti:

“O sonsuz rahmet sahibi olan Rahman insanı yarattı! Ona kendini ifade etmeyi öğretti.”

“Oku ki Rabbin sonsuz cömertlik sahibidir: O ki öğrenme araçlarını öğretti, O ki insana bilmediğini öğretti.”

Eşyaya isim koymak, öğrenmeyi öğrenmek ve hatta öğretmek, hepsi ruh-u menfuh’un içinde üflenen irade ve akıl sayesindeydi. O halde bu ruhun önünde melekler eğilmeli, böyle bir ruha sahip olanın emrine amade olmalıydı:

“Ne zaman ki ona Ruhumdan üfledim, işte o an secdeye kapanın!”

Âdemoğlu’nu temsil eden Âdem ilk bilinçli muhacirdi. Bilinçliydi, zira bilinçsiz günaha “isyan” ve “iğva” denmezdi. Âdemoğlu, kendisi için dayanıp döşenen dünya misafirhanesinin kutlu misafiriydi. Cennet de olsa, bir başka yerde kalamazdı. Madem irade sahibiydi, cenneti hak etmeliydi. Tüketim cennetinde yaşamamalıydı.

Âdem dünyanın ruhuydu. Onsuz dünya, ruhsuz bir cesetti. Ahiret de hayatın ruhuydu. Ahiretsiz bir hayat, ruhsuz bir cesede benzerdi.

Bir soru: Âdem dünyaya sürgün mü edildi, tayin mi edildi?

Ve cevabı: “Daha sonra Rabbi onu seçti, tevbesini kabul etti ve ona doğru yolu gösterdi; ve dedi ki: oradan hep birlikte çıkın?” (122-123)

Öyle anlaşılıyor ki, Şeytan günahında ısrar ile İblis olurken, Adem günahına pişman olarak adam oluyor ve kendisine iradesini kullanacağı bir alan açılıyor. O alan dünya. Ve dünya Ademoğlunun tevbesine karşılık bir ödül olarak veriliyor.

Tüm peygamberler, hicreti öğretmek için gönderildiler.

Hz. Nuh, hicretin gemisini karada yapmayı öğretti. Tuğyan olan yerde tufan olurdu. Nitekim tufan isyan edenler için bir felaket, iman edenler için bir hicret oldu.

Hz. İbrahim muhacirlerin piriydi. İnsanlığa küfürden, zulümden ve şirkten nasıl hicret edileceğini öğretti. Nemrud’un zulüm diyarından inancını özgürce yaşayabileceği bir toprak arayışı için çıkarken; “Ben Rabbime hicret ediyorum” demişti.

Hz. Hacer, hicretin kutlu gelini, İsmail hicretin bebeğiydi. Bebeğin hicreti, kendisini babasının elindeki bıçağın altına kadar getirdi. O hicretin teslimiyet olduğunu öğretti.

Hz. Yakup’un gözü, kaybettiği Yusuf’un ardından hicret etti; Yusuf’un iffet gömleğiyle tekrar dönmek üzere. Yusuf’un hicreti ise kuyulara atılmak, köle diye satılmak, iffet, liyakat, hikmet, hizmet ve gayretle Mısır’a sultan olmaktı. Hz. Yusuf, “bir muhacir ne yapabilir?” sorusunun en çarpıcı cevabıydı.

Hz. Musa, prenslikten çobanlığa, saraydan ağıla, imkândan mahrumiyete hicreti öğretti. Hicretin hakkını veren bir çobanın adalet asası, Firavun’un zulüm kırbacını yenerdi. Hz. Musa’nın hicreti, “sen muhacir olmayı seçersen, denizler sana yol verir, dağlar önünde eğilir, çöller sofranı hazırlar” demekti. Hz. Musa muhacir doğdu, muhacir öldü.

Hz. Davud iktidarın hicretin atı olduğunu, Hz. Süleyman güç ve servetin hicretin ayakkabısı olduğunu öğretti. Hz. Zekeriyya ve Yahya, şehadetin bir hicret olduğunu öğrettiler. Hz. İsa, insanlığı nefret ve zulümden sevgi ve merhamete hicrete çağırdı.

Ve Alemlere Rahmet, hicretin medeniyet olduğunu öğretti.

İnsan müebbed muhacir, hayat ebedi hicrettir. Hicretin hakkını verenlerin yolunun sonu inşallah cennettir. 1429 Hicri yılı, hepimize bereketler getirsin.

 

Yorum Yaz