Hayatın kıyısında yaşamamak için

Olur olmaz varsayımları son derece büyük gayretlerle ortaya koyup, sosyal açıdan çok daha önemli olan meselelerde tamamen susan yahut söyleyip de çözüm getiremeyen fıkıh kitapları genel olarak benim o sözlerime şahit olmuyor mu?

“Medeniyet yoluna girdim” iddiasında olan İslam devletlerinden hiçbiri niçin İslam şeriatı kanunlarıyla idare olunamıyor?

Ömürleri boyunca Kur’an ayetlerini, Hz. Peygamber’in hadislerini okuyup beş-on ciltlik fetva kitaplarını ezbere bilen fakihler, millet ve devlet için gerekli olacak kanunları, ıslahatları niçin hazır edemiyorlar?

İslam şeriatını arkaya bırakıp da, ya Avrupa kanunlarına sığınmak gibi rezalete İslam hükümetleri nasıl tahammül ederler? Lisan-ı halleriyle “O derece uygun kanunlar İslam şeriatında bulunmuyor” demiş olmuyorlar mı? Öyle ise, bizim fıkıh ilimlerimiz niçin öyle uygun kanunları bize hazır etmemişlerdir? Niçin etmiyorlar?”

Bu satırlar, Musa Carullah’ın Kazan’da bir bölümünü yayınladığı Şatıbî’nin el-Muvafakat’ını tanıtmak için kitaba yazdığı Türkçe giriş yazısında yer alır. Musa Carullah aynı yerde el-Muvafakat’ı şöyle takdim eder: “En dürüst manasıyla usul-i fıkıh olabilecek bir kitap, İslami literatür arasında var ise, yalnızca el-Muvafakat’tır.”

Şatıbi, klasik içtihat metodunun imkanlarının tükendiğini görüp metodolojik prensipleri yeniden yapılandırmaya girişirken, şer’î hükümleri insanî bir tasnife tâbi tutmuştur. Çünkü ona göre şer’î hükümlerin gözettiği maksatlar, ontolojik manada insanın yaratılışıyla örtüşme halindedir. Bunun içindir ki, tüm şer’î hükümleri, o hükümlerin “Allah’a göre” değil, “insana göre” konumlarından yola çıkarak kategorize etmiştir:

1. Zaruriyyat

2. Haciyyat

3. Tahsiniyyat.

1. Zaruriyyat insanın vazgeçilemez ve devredilemez olan en temel hak ve özgürlükleriyle alakalıdır. Bunlar beştir: 1. Canın korunması 2. Dinin korunması 3. Neslin korunması 4. Malın korunması 5. Aklın korunması. Yaşama, inanma, çoğalma, mülkiyet ve düşünce emniyetlerinin korunması, hem bunların amaçlarının gerçekleşmesi için temellerinin sağlamlaştırılması yoluyla, hem de bu emniyetleri dolaylı ya da dolaysız ihlal eden şeylerin uzaklaştırılmasıyla gerçekleşir.

2. Haciyyat, insanın yukarda sayılan hak ve özgürlükleri tam olarak gerçekleştirmek için ihtiyaç duyduğu her şeydir. Mesela ibadet dinin korunmasıyla ilgili bir ihtiyaç, yeme ve içme canın korunmasıyla ilgili bir ihtiyaç.

3. Tahsiniyyat, üstün ahlak ve fazilet anlayışına uygun davranışların tümü; örtülmesi gerekli organların örtülmesi, nafile ibadetler, sadaka ve hayır-hasenat işleri bunlara girer.

Tam burada sorulması gereken iki soru var: a) Zaruriyyat, haciyyat ve tahsiniyyat belirlenirken “zaman” dikkate alınacak mıdır? Yani, geçmişte yaşayan fakihler bu başlıkların içini, içinde yaşadıkları sosyal, siyasal ve kültürel şartları dikkate alarak mı doldurmuşlardır? b) Zaruriyyat, bizce zamana bağlı değildir, bunlar insanlığın tüm zaman ve zeminlerinde geçerli olan temel emniyetlerdir. Bunlardan bir tanesi dahi iptal edilemez; mesela “dinin korunması” maddesi, zaman ve mekan gerekçe gösterilerek iptal edilemez. Bu maddelerin “minimum”u ifade ettikleri su götürmez; asıl sorulması gereken soru şu: Bu maddeler aynı zamanda “maksimumu” da ifade ederler mi?

Mesela sosyal adalet, düşünce ve düşünceyi ifade hakkı, seçme ve seçilme hakkı, haber alma hakkı, barınma ve çalışma hakkı, seyahat etme hakkı gibi haklar zaruriyyata; öğrenim, sağlık, trafik gibi gereksinimler haciyyata; müzik, tiyatro, resim, sinema gibi plastik ve görsel sanatlar ve tüm estetik değerler de tahsiniyyata ilave edilebilir mi?

Bundan da öte, zaruriyyatı “hak ve özgürlükler” olarak okumakta ne sakınca olabilir? Örneğin nefis emniyetini “yaşama hakkı”, akıl emniyetini “düşünce özgürlüğü”, mal emniyetini “çalışma ve iş edinme” hakkı ile birlikte düşündüğümüzde, sanırım şer’î hükümlerin amacı olan “maslahat” daha mükemmel gerçekleşmiş olur.

Bu hak ve özgürlüklerden bazılarını “zaruriyyat”a bağlı olarak ortaya çıkan “haciyyata” da dahil edebiliriz. Mesela, eş seçme neslin korunmasıyla ilgili bir ihtiyaç, iş seçme mülkiyet hakkıyla ilgili bir ihtiyaç, düşünceyi ifade etme ve araçlarına sahip olma akıl emniyetiyle ilgili bir ihtiyaçtır.

Tabii, bu tasnife yapılacak her ilave, fıkhi hükümlerin yeniden gözden geçirilmesini mecbur kılacaktır.

Müslümanların, zamanın taşkın sularında bir saman çöpü gibi akıntıya kapılıp gitmemeleri ne kadar elzemse, hadiselere seyirci kalarak hayatın kıyısında yaşamamaları da o kadar elzemdir. Müslümanları hayatın merkezine tekrar taşıyacak olan âlimler, hesaplaşma şöyle dursun, resmî söylemle örtüşmeyi bir marifet sananlar değil, Allah’tan korkan, hakkın ve hakikatin hatırını herkesten ve her şeyden daha üstün tutanlar olacaktır.

( 28 Mayıs 1999 )

Yorum Yaz