Helal gıda meselesi

Bir önceki yazıda değindiğim “helal gıda meselesi”, öyle bir iki yazıyla geçiştirilecek bir mesele değil.

Okurlarımın itiraz, katkı ve tebrik dolu mesajlarından anlaşılıyor ki, mevzu mühim. Helal gıda mevzuuna yeniden dönmek üzere, bugün köşeme, gündemin baş sırasını işgal eden AİHM kararına karşı oluşan tepkileri taşımak istiyorum.

Önce, sırtımızdaki deli gömleğine işaret etmeliyim. Bu ülkeyi, cinnet eşiğini zorlayan bu noktaya kimler getirdi? Asıl bunu tartışmamız gerek. Bu ülkenin sırtına kimler deli gömleğini geçirdi? Öyle bir gömlek ki, koşamıyorsun, kaçamıyorsun, yakalayamıyorsun, savunamıyorsun. Dışardan biri, bu ülkenin kendi kendine vurduğu zincirlere bakıp ne der?

Bu ülke enerjisini, hep bir avuç delinin kuyuya attığı taşı çıkarmak için mi harcadı. Bu, bu ülkenin ortak aklına karşı işlenmiş bir tecavüzdür. Başörtüsü yasağı, azgın azınlığın kuyuya attığı bir taştır. Bu ilk değil. Daha önce de, benzer yasaklarla ülkenin enerjisi heba edilmişti. Köşe bucak vatana millete ihanet arayan kimi odakların, vatana millete ihanetin daniskası olan bu senaryoda rol almaları, ancak ideolojik körlükle açıklanabilecek bir durum.

Ülkenin tüm akıllılarını, atılan taşı çıkarmak için kör kuyunun başına üşüştürenlere “deli” denir mi? Normal şartlarda denmez. Zaten onlar kendilerini bu ülkenin en uyanık takımı görüyorlar. Yaptıklarına bakıp ellerini ovuşturuyorlar. Onları peydahlayıp bu topraklara musallat edenler, onları kuyuya taş atmak için programlamış.

AİHM kararı üzerine Abdullah Gül’ün demeci, yasak kararını kına yakarak karşılayanlara verilecek en güzel cevaptı: “Yasakları savunmak kimseye şeref getirmez”. ANAP Genel Başkanı Erkan Mumcu, bunu daha açık bir biçimde söyledi: “Yasakları savunmak şerefsizliktir!” Doğruya ne denir?

Sorunu dübüründen anlayan şaşkın ördek takımının görmediği bir hususa dikkat çekmek isterim: AİHM’ye sorunu götürenler, AİHM’den başörtüsü konusunda fetva istemediler. Zaten, mağdurların derdi dinlerinin emrine uygun yaşamak. AİHM’ye götürülen şey İslam’ın tesettür ibadeti değil, bu ibadete karşı bu ülkede konulan “keyfi yasak”tır. AİHM siyasal ve ideolojik yobazlık sonucu uygulanan hukuk dışı bir yasak hakkında hüküm vereceğine, çizmeyi aşarak, İslam’ın bir vecibesi hakkında hüküm vermeye kalktı. Gerekçede yer alan bazı satırlar, AİHM’nin haddini bilmezliğinin belgesi.

Şunun bilinmesinde yarar var: Dünyanın hiçbir yerinde hiçbir inancın bağlısı, inancını mahkemeye onaylatmak gibi bir kepazeliğe kalkışmaz. Hele bu işi, dininin bir emrini yerine getirmek için bin bir çileyi göze almış bir Müslüman (Leyla Şahin veya bir başkası) hiç yapmaz. AİHM, bu tavrıyla, davanın kendisine niçin getirildiğini kasten göz ardı etmiş, dinin bir emrini sorgulamak gibi, hiçbir mahkemenin haddi olmayan bir işe girişmiştir.

Sözün burasında, şairin o beyti dile geliyor: “Dinime dahleden bari Müselman olsa”. Türkiye, Avrupa’nın hiçbir yerinde olmayan bir yasağı uyguluyor. Üniversitelerdeki yasağı oylaması gereken AİHM, haddini aşıp da İslam’ın tesettür emrini oylamak gibi bir ahlaksızlığa kalkınca, suçüstü yakalanmıştır. Bu, destursuz bağa girmektir. Her Müslüman bu noktada, “AİHM’nin de, Avrupa’nın da, Müslümanları onların kapısına mahkum edenlerin de canı cehenneme” der.

AİHM bu tavrıyla bir “Engizisyon Mahkemesi” gibi davranmıştır, demiyorum. Fakat üyelerinin kahir ekseriyeti Hıristiyan olan AİHM, en azından, karşısında İslam’ı ve Müslümanları görünce kendini kaybetmiştir. Özgürlükçülüğü kimselere bırakmayan AİHM, mağdurlar Müslüman olunca, dindarlıkları yüzünden mağdur olduklarını bile bile, bilinçaltındaki Hıristiyan köklerine rücu etmiştir. Benzer davalarda sergilenen özgürlükçülük, yerini engizisyon yobazlığına tek etmiştir. Yani, acıkınca helvadan putunu yiyen Mekkeli müşrik gibi AİHM de kendi putunu yemekte bir sakınca görmemiştir.

“Bir daha asla” diye yola çıkan Birleşik Avrupa’nın İnsan Hakları Mahkeme’sinin, “insan”dan neyi anladığı bir kez daha ortaya çıkmıştır. Bir bakıma, iyi de olmuştur. Bu karar, çifte standardın bilmem kaçıncı kez ikrarı olmanın da ötesinde, içimizdeki yasakçıların ilkesizlik ve tutarsızlıkta ne derekelere düşeceklerini de göstermiştir.

AİHM’ye ne demeye hakkımız var? AİHM döner de bize, “Eğer bizim yaptığımız ayıpsa, adı Ahmet, Mehmet vs. gibi Müslüman adı olan, sizin içinizden çıktığı halde sizin dininizin emirlerine bu kadar düşman, bu kadar gayz ve kinle dolu olanların yaptığı ne?” demez mi?

Sahi, “ulemâ” lafını duyunca, al görmüş boğa gibi saldıranların bu yaptığına ne ad verelim? Seyrettiğimiz filmin adı şu: “Engizisyon’la laikçiler el ele”.

 

Yorum Yaz