Helal gıda meselesi

Sokaktaki insan önemini yeterince kavramasa da, “helal gıda” meselesi, Müslümanların en önemli sorunlarından biriydi. .

Çünkü inançlarının kendileri için çizdiği “helal-haram” çizgilerini korumak, Müslüman olmalarının boyunlarına yüklediği bir vecibeydi.

Fakat bunu nasıl yapacaklardı?

Çünkü Müslüman bireyler teker teker gıdayı denetleyemezlerdi. Bu iş kurumların işiydi. Müslümanlar da hassasiyet derecelerine göre, şüpheli gıdalardan uzak durma yolunu tercih ettiler.

İslami hassasiyeti olmayan firmaların gıda ürünlerini almadılar. Müslümanların bu hassasiyetini istismar edenler de çıktı. Onların sırtından haksız rekabete girişen de. Hatta İslam’a hasım olan sermaye sahiplerinin, iş para kazanmaya gelince, nasıl haram karışığı mallarını helal diye pazarladıklarına şahit oldular.

Müslümanların helal gıda ile beslenme hassasiyeti yeni sektörler doğurdu. Açgözlüler, bu sektörlerde suyun başını tutmak için, “Kalitesini arama, helal ya, ona bak” mantığıyla iş kotardılar.

Yani, Anayasa’sında “sosyal” olduğu yazılan bir devlet, en temel görevlerinden birini, (gıdayı halkının inançları açısından da denetleme işini) sırf İslam’a olan tanıdık tavrından dolayı yerine getirmiyordu. Yahudi azınlığa tanınan helal gıda (koşer) yeme hakkı, Müslüman çoğunluktan esirgeniyordu.

Resmi ideolojinin dine karşı aldığı hasmane tutumdan dolayı, devlet, gıda konusundaki İslami hassasiyetleri bunca yıldır görmezden geldi. “Müslüman mahallesinde salyangoz satmak” deyimini bilmeyeniniz var mı? Bu deyimi üreten bu toprakların insanı, Müslüman mahallesinde değil haram gıda, şüpheli gıda satmakta bile bir gavurluk bulurdu. İslami hassasiyetlerin göz ardı edildiği dönemlerde, Müslüman mahallesinde salyangoz satanlara gün doğdu. Onlara kimse, kaşının altında gözün var diyemedi. Hatta teşvik gördüler, taltif gördüler.

Müslümanlar aleyhine işleyen bu süreç, sonunda Müslüman mahallesinde domuz satma noktasına gelip dayandı. Gıda konusunda hassasiyet sahibi bir derneğin de başkanı olan, işin uzmanı bir okurumun haftalar önce bana yolladığı bir mesaj, bu ülkede “gıda terörünün” sadece “hijyenle” sınırlı olmadığını, bu terörün bir de “dini” boyutu olduğunu, bakın nasıl ortaya koyuyor:

“Gaziosmanpaşa Hacımaşlı köyü domuz çiftliğinin suları ve katı atıkları 300 metre mesafedeki Sazlıdere Barajı’na akıyor. Baraj 10 milyon kişinin su ihtiyacını karşılıyor. Çiftlikte 5 bin domuz var. Türkiye’deki domuz çiftliklerinde yıllık 3 milyon kg. civarında et üretiliyor. Bu rakam neredeyse kırmızı et üretiminin yarısı.

Üretilen domuzlar otellere, yemek fabrikalarına ve marketlere “kıyma” Şeklinde satılıyor. Salam, sosis de piyasaya sürme yöntemlerinin en sık kullanılanı. Neden domuz? Peki, ama dinen yasak olmasına, Türk yemek kültürüne aykırı bulunmasına rağmen neden domuz cazip bir konu? Çünkü domuz yetiştiriciliği kârlı bir iş. Domuz üretken bir hayvan. Cinslerine ve yaşına göre yılda bir, iki, bazen de üç kez ve her batında 15-20’ye kadar varan yavru dünyaya getirebiliyor. Bir domuz yılda iki kez doğum yapsa, her batından 10 yavru yaşasa, 20 sene yaşayan bir domuzun 400 yavrusu oluyor. Ve dahası yeni doğmuş bir domuz 4-5 ayda 100 kiloya kadar çıkabiliyor. Normal şartlarda evcil bir domuzun yüzde 30’u yağ olarak ayrılabilmekte iken bu rakam bazen yüzde 50’yi bulabiliyor. Yani 150 kg’lık bir domuzdan 75 kiloluk yağ elde edilebiliyor. Bu da dana ya da koyuna göre tercih edilmesinde önemli bir etken. Beslenmesi kolay, cam dışında her şeyi -leş dahil- yiyebiliyor. Her domuz da ortalama 80-100 kiloya ulaştığı zaman kesiliyor. Kaba bir hesapla sadece bu çiftlikten yılda yaklaşık 1 milyon kg. et çıkıyor. Bu etlerin hangi kanalla, nerelere satıldığı meçhul. Diğer çiftlikler de göz önüne alındığında Türkiye’de yaklaşık 3 milyon kg. domuz etinin piyasaya değişik yollarla sürüldüğü ortaya çıkıyor. Türkiye’deki toplam kırmızı et tüketiminin de 6 milyon kg. olduğu göz önüne alınırsa tablonun vahameti daha da netleşiyor.

Kilosu 1 ile 3.5 milyon lira arasında satılan bu domuz etlerinin ağırlıklı olarak kıyma, sucuk, salam ve sosis olarak satıldığı dile getiriliyor. Çiftlik çalışanlarından İsmail Türk’ün verdiği bilgiye göre kesilen etler toplu olarak büyük otellere, yemek fabrikalarına kıyma ve sosis gibi ürünler olarak satılıyor. Bu ve benzeri çiftliklerden resmi olarak beş firma domuz satın alıyor…”

Bu firmaların ismini vermeme mevzuat müsait değil. Şu kadarını bilin ki, bu firmaların en büyük müşterileri arasında, ilk sıralarda, Türkiye’nin anlı-şanlı market zincirleri de var. Bu zincirler bu ülkenin en büyük guruplarına ait. Şimdi gel de domuza iki çift laf et. Bu grupları karşında bulursun.

Onlara reklamlarla göbeğinden bağlı olan medya bu işe nasıl el atsın? Gördüğünüz gibi “gıda terörü”nün bu yanı, zülfü yare dokunduğu için hassasiyet sahibi olsun olmasın, tüm medya tarafından sükutla geçiştiriliyor.

Maalesef yasalar da buna çanak tutuyor. Sizin anlayacağınız, tam da Nasreddin Hoca’nın “Bu nasıl memleket böyle, taşları bağlayıp köpekleri salmışlar” dediği türden bir durum yani.

Ey millet! Bu ülkede, kırmızı et tüketiminin yarısı kadar domuz eti üretiliyor. Soru şu: Bunları kim pazarlıyor, kimlere pazarlıyor?

“Helal gıda” standardının gündeme gelmesiyle “Gıdaya da Din Karıştı” (sanki gıdaya karışmayan din varmış gibi) manşeti atan basının, bu geç kalmış teşebbüsü, “Şeriat düzeni için atılmış bir adım” olarak nitelendiren sol siyasinin, kimin değirmenine su taşıdığı, şimdi daha iyi anlaşılmıyor mu?

Soru şu: Bu ülkede, haramilerin ve haramzadelerin haramı savunma hakları kadar, Müslümanların helal yeme hakları yok mu?

Yorum Yaz