Hem tembel, hem nasipsiz

Kuşeyri, tefsirler içinde farklı lezzetiyle kendini hemen ele veren Letaifu’l-İşarat isimli tefsirinde imanı iki boyutlu olarak tanımlar.

Bu boyutlardan birini, iman içerisindeki insani çabaya işaret eden “bezlu’l-mechud” (çaba harcamak) terkibiyle ifade eder. İkinci boyut ise İlâhî paya işaret eder ki, müfessirimiz bunu da “aynu’l-cûd” (mahza ihsan) terkibiyle ifade eder. Birincisi, imanın “kazanılan” tarafı, ikincisi ise “bahşedilen” tarafıdır. İman, bu iki boyutuyla birlikte doğrudan insan-Allah ilişkisine tekabül eder ve iki aktif özne arasındaki aktif, etken ve etkin, çok özel bir ilişki türüdür.

Faili meçhul (ya da meşhur) Fethullah Gülen Raporu’nun amaçlarından birinin insanlığın değişmez değerlerinin öbür adı olan İslam Dini’ni, daha özelde İslam’ın son mesajı olan Kur’an’ı tartışmaya açmak olduğu ilk bakışta anlaşılıyor. Ne ki, bu iş, çok kışkırtıcı ve saldırgan bir üslupla yapılıyor. Mahut rapor, Müslüman, Hıristiyan ya da Yahudi, yüz milyonlarca inanmış mü’mine ve onların inandıkları değerlere doğrudan küfür ve hakaret içeriyor. Çünkü Rapor “2000-4000 yıllık yalan hikayeler” diyerek hakaret kapsamına Hz. İbrahim’den sonraki tüm peygamberleri ve İlahi şeriatları da alıyor. Tüm peygamberlere “dengesiz” ve “hayalperest” diyecek kadar çamurlaşan bu salyalı satırlar, peygamberlerden boşalan yere “Yüce Atatürk”ü oturtuyor. “Allah, Muhammed’in mensubu bulunduğu kabilenin baş putuydu” gibi tüm zamanların Selman Rüşti’lerinin bile ağzından duyulmamış korkunç bir cehaletle Allah’a da en pespaye bir dille söven Rapor şu cümlelerle son buluyor:

“Yüce Atatürk kendi yaktığı “vicdan meşalesini” Biz Türk Gençliğine emanet etmiştir ve bu meşale bu akıl hastası irticacıların nefesi ile sönmeyecek kadar güçlüdür.

“Türk Gençliği olarak sana söz veriyoruz Yüce Atatürk, biraz gecikmeli de olsak, elimizdeki bu meşalenin kıymetini bileceğiz ve insanlığa bir daha hezeyanlarla dolu günler yaşatmayacağız. Bize emanet ettiğin bu meşaleyle insanlığı aydınlatacağız. Çünkü artık yalnız değilsin. Seni anladık, seni yaşıyoruz.”

Bu küfür raporunun ardından, Fehmi Koru, bu raporla aynı zihniyetin ürünü olan bir broşürden söz etti. Koru’nun “Askerlere atfedilerek yayınlanan ve bize uyduruk olduğunu düşündürten” notuyla sunduğu broşür, “Harp Akademileri Komutanlığı yayınlarından” olduğu izlenimi verilerek çoğaltılmış “Laiklik mi, Şeriat mı?” başlığını taşıyor. Bu broşür de, küfür raporu gibi, doğrudan “Tanrı inancını” hedef alarak, “insanları Tanrı’nın değil Tanrı’yı insanların yarattığı” savını şu cümleyle dile getiriyor: “…sonuçta dinlerle özdeşleştirilen Tanrı fikrinin de toplum yaratıcısı olarak kabul edilmesi gerekiyor.” (s. 32) Broşür, dinleri de insan ürünü sayıyor: “Bir sosyal kurum niteliğindeki dinin insanlarca tinsel gereksinimlerinin dürtüsü ile oluşturulduğunu belirtmiştik.” (s. 33)

Bu broşürün de yukarıdaki küfür raporuyla ortak bir özelliği var. Küfür raporu alçakça hakaretler yönelttiği peygamberlerin yerine “Yüce Atatürk”ü geçirirken, Allah inancını hedef alan broşür bir adım daha atarak, Tanrı inancının yerine Atatürk’ü geçirerek sadece Allah’a has kılınan beş vakit ibadetin yanına bir vakit te Atatürk’e ayrılmasını teklif ediyor: “Türk insanı Tanrısına ayırdığı beş vakitten sonra bir vakit de Ata’sına ayırmalıdır” (s. 51) Ve psiko-patolojinin konusu olan şu incileri döktürüyor: “Balzac’ın ‘İnsan gökte bir şeye saldıracaksa, Tanrı’yı hedef seçmeli kendine’ deyişinin canlı örneği olarak, alçakça saldırılara karşın yine de ulusunun en güçlü yanı kalabilmeyi başarmış Ata’sını hedef alıyorlar.” (s. 86)

İnanmak, bir yanıyla kişisel bir tercihtir, bir yanıyla da nasip meselesidir. Kur’an, iman konusunda insana iki seçeneği de sunar: “Dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin!” Zaten iman, iman olabilme değerini, insanın özgür iradesiyle yaptığı seçimden alır. “İcbar”la “iman”, zıt kutuplarda dururlar. Bu nedenledir ki, “iman” ödüllendirilir “inkar” cezalandırılır.

Tercihini inanmama yönünde, Kur’an diliyle “küfür” yönünde kullanarak vicdanının üzerini kalın bir perdeyle örterek hakikati inkar edenler, sadece İslam’ın mahkum olduğu modern zamanlarda değil, İslam’ın hakim olduğu kadim zamanlarda da olmuştur. Merak edenler Abbasiler döneminin “ateistleri” olan Zenadika cereyanını ve buna karşı Müslümanların, modern ateist yobazlarla gibi “Söyletmen, vurun!” mantığını değil de, bilimsel ikna ve ispat yöntemini nasıl kullandıkları ilgili kaynaklardan araştırıp öğrenebilirler. Tüm semavi dinleri, başta Hz. Muhammed olmak üzere tüm peygamberleri ve doğrudan Kur’an’ı hedef alan birçok eser kaleme alan İbn Ravendi (öl. III/IX. Yy’ın ortaları) bunlardan biridir.

Fakat eskinin dinsizleriyle şimdinin dinsizleri arasında temel bir fark var: Eski kefereler hem derslerine iyi çalışırlar, hem de Allah’ı, Peygamberi, Kitab’ı inkar ederken yerine yeni ‘ilahlar’ düzüp-koşmazlardı. Şimdikiler, hem tembel, hem cahil, hem de militer-ruhlu.

( 2 Temmuz 1999 )

 

Yorum Yaz