Herkes ibret almalı

Biz insanız, unuturuz. Çünkü hafıza-i beşer nisyan ile maluldür. Ama Allah unutmaz.

Ben kendim kalem ve kelam erbabıyım. Sözün gücüne inanırım. İnanmasam yazmazdım.

Sözün gücüne inanırım, çünkü “önce söz vardı”. Allah insanla “söz” aracılığıyla diyaloga girdi.

Şiddeti hiç sevmem, şiddeti sevenlere de mesafeli davranırım. Çünkü şiddetle bir sorunun çözüleceğine inanmam. Fakat kategorik olarak şiddeti dışlayacak kadar hayalci ve ütopist de değilim.

Şiddet hayatın doğasında vardır. Her insanın içinde uyuyan bir “hayvan” vardır. Asıl olan onu dizginleyebilmek, terbiye edebilmektir.

Fakat şiddet, sadece zorunlu hallerde, kifayet miktarı ve meşru müdafaa amaçlı kullanılırsa makuldür. Eğer şiddet haklılığı isbatın tek yöntemi gibi ele alınırsa, haddini aşar. Kim ve ne ki haddini aşar, zıddına inkılap eder.

Şiddet şiddeti doğurur. ABD’nin şiddetinin karşı şiddeti doğurmayacağı sanılıyordu, aldanıldığı görüldü. Modern devlet yapısı için insan unsuru, bir parça dolgu malzemesidir. Olanca demokratlık ve hümanizm iddialarına rağmen bu böyledir.

Hiroşima ve Nagazaki’de ölen yaklaşık 250 bin insanın kanı da kırmızıydı. Fakat oralara nükleer bomba bırakan irade, “savaşı bitirme” gerekçesine sığınarak, bu insanlık dramını tüm dünyanın mazur görmesini istedi.

Aslında bu çirkin bir durumdu. “Savaşın bitirilmesi” sonuçta siyasal bir amaçtır; bir savaşı bitirmenin 250 bin insan öldürmekten daha başka yollarını bulmak da pekala mümkündür. Fakat insanların katledilmesi ahlaki bir problemdir. Siyasal bir sonuç için insanlık suçu işlemenin cevazına fetva veren sistemin, insani bir sistem olduğuna kim inanır?

Kavramlar, herkes için geçerli olan hakikatleri değil de, birilerinin işine geldiği gibi kullanılmaya başlanınca, “silahlı terörden” önce “semantik terör” başlar. Zaten, semantik törür, tüm terörlerin anasıdır.

Mesela “terör” nedir, “terörist” kimdir?

“Saldırı” nedir, “savunma” nedir?

“Zulm” nedir, “zalim” kimdir?

“Hak” nedir, “haksızlık” nedir?

Kim tanımlayacak bu kavramları? Bu kavramları tanımlama hakkını sadece ABD yönetimine verirsek, bu semantik bir teröre yol açmaz mı? Peki, bir de dönüp bu kavramı Vietnamlı, Iraklı, Filistinli bir mağdura tanımlatırsak sonuç ne olur?

Mesela, İsrail’in bir yığın masum insanın canına mal olan askeri harikatının adı “Barış Harekati” iken, neden onlara karşı kendini ve işgal altındaki vatanlarını savunan Filistinlilerin meşru müdafaası “terör saldırısı”dır?

Bu ne biçim taksimdir? Bu ne biçim tanımdır?

Hayır, bu tanımları kimse kendine göre yontmamalı. Zulüm zulümdür; onu yapan ister Müslüman, İster Hıristiyan, ister Yahudi olsun fark etmez. Bu kavramları yapana göre tanımlarsanız, semantik terör dediğim şey başlar. “Babam da yapsa haksızlık haksızlıktır” demeden hakperest olunmaz. Hz. Peygamber “Hırsızlık yapan kızım Fatıma da olsa, vallahi cezasını verirdim” dememiş miydi?

Siviller savaşın hedefi olmamalıdırlar; hiçbir yerde, hiçbir din, ırk ve ulus adına…

ABD’li siviller de savaşın hedefi olmamalıydılar. Bu hiçbir şekilde savunulamayacak bir durumdur. Fakat, sırçadan köşkü olan komşunun camına taş atmamalıdır. Anadolu’da, böylesi durumlar için söylenen bir deyim vardır: Canı yanan eşek attan hızlı teper.

Şimdi herkes düşünmeli, fakat Amerikan yönetimi herkesten çok düşünmeli: “Acaba ben insanları zıvanadan çıkaracak ne yaptım?” diye… “İnsanlar benden neden bu kadar nefret ediyorlar?” diye… “Başkalarını ölüme sürüklerken kendilerini de mutlak bir ölüme mahkum edecek böylesine bir eylemde benim payım nedir?” diye…

Ben, acısı taze olan Amerikalıların şimdiye kadar verdikleri tepkilerde endazesiz bir şeye rastlamadım. Yahudi kökenli eski dışişleri bakanı Henry Kissinger’in sözleri hariç. Kissinger, şahinleri oynuyor. Ruh köküyle bağlı olduğu İsrail hesabına bir buçuk milyara tehdit savuruyor. Belli ki, Türkiye’deki 28 Şubat sürecini küresel bir teröre dönüştürmeyi amaçlıyorlar.

Tıpkı Medeniyetler Çatışması tezini ortaya atan Samuel Huntington gibi.

Şimdilik, Huntington ve onun gibi düşünenler ellerini ovuşturuyordur.

Ben, Medeniyetler Çatışması değil Medeniyetler Yarışmasını tercih ederdim. İsterdim ki, medeniyetler Kur’an’ın “Herkesin yöneldiği bir yön vardır; sizler hayırlarda yarışınız” emrine uyup, hayırlarda yarışsınlar.

Umarım akl-ı selim galip gelir ve ABD kin ve intikam hırsıyla değil de, sorumlu bir devlet hassasiyetiyle davranır. Umarım, henüz faili dahi kesin belli olmayan bu olayı bahane edip mazlum ve masum insanların üzerine bomba yağdırmaz.

Değilse mi?

Değilse, yaptığı ve yapacağı zulüm kendi sonunu getirir: Çünkü devlet küfürle değil zulümle yıkılır. Tarihte, ebedi yaşamış imparatorluk mu var?

Eğer dilerse Kur’an’ı açıp Hicr, Şuara, Yunus, Araf gibi surelerden acı sonları anlatılan Nemrut, Firavun, Ad, Semud, Lut ve Eyke medeniyetlerinin sonuna baksın. Ona da inanmazsa, kendi yetiştirdiği beyinlerden biri olan Paul Kennedy’nin “Büyük Güçlerin Yükselişi ve Çöküşü” adlı eserini okusun.

Yorum Yaz