Herkesin kıblesi kendine, ama…

Bendeniz, kıblesi olanlardan korkmam. Kıblesi olanların durduğu bir yer mutlaka vardır.

Yeri olanın sabiteleri de olur. Sabiteleri olanın değerleri de olur. O değerler arasında kendi değerlerinizle örtüşenler varsa, onlar üzerinden köprüler kurabilirsiniz.

Asıl korkum, kıblesizlerdir; kıblesiz, pusulasız, yönsüz, yersiz?  Bunlar Kur’an’ın tabiriyle “zenîm” tiplerdir: “soysuz ve fırıldak”… Nerede duracağını, nerede vuracağını kestiremezsiniz; kiminle kırıştırıp, kiminle ne yarıştıracağını da. Dedim a, böylelerinde koordinat aramak beyhude. Bu ülke, kaç zamandan beri kıblelilerle kıblesizlerin savaşına tanık olmaktadır. Kıblesi olanlar “yerli” olanlardır, kıblesizler ise “yersiz” olanlar.

Kıblesizler, yersizliğin verdiği rahatlıkla, “evimiz” demeden, kafalarına esince cam çerçeve indirirler, kapı pencere kırarlar, evi kundaklarlar, ev sakinlerini soyup soğana çevirirler, evdekileri haraca bağlarlar, eve darbe indirirler. Bütün bunları yaparken iç kaldıran bir pişkinlik sergilerler. Bu şirretliği, atadan kalma bir hak olarak görürler. “Sakin ol biraz” bile diyemezsiniz, ağzınızı açtığınız anda, dünyanın kaç bucak olduğunu göstermek için, ellerine fi tarihinde geçirdikleri aygıtlarla tepene binerler.

Bu ülke, yine fi tarihinde, içerden ve dışardan, tepeden inme yöntemlerle kıblesini değiştirmeye zorlandı. Bu cinayete Batılılar kadar, Vatikan da ortak oldu.

Vatikan her zaman olduğu gibi, İslam dünyasının Batı tarafından sömürülmesine karşı tavır koymadı. “İsa aşkına yapmayın, insanları sömürmek günahtır!” diyebilirdi. “Yeraltı ve yerüstü kaynaklarını sömürmek için insani değerlere zarar veriyorsunuz, can, mal, namus, din ve akıl emanetine ihanet ediyorsunuz! İnsani ve ahlaki değerleri ayaklar altına alıyorsunuz! Bütün bunlar kilisenin de savunduğu değerlerdir!” diyebilirdi. Engellemesini beklemiyorduk, ama zımnen ya da açıkça desteklemesi de çirkindi.

Aksine, yaptığı Oryantalist çalışmalarla, sömürgeciliğin keşif koluna gönüllü asker yazıldı. Hiç bir din kurumuna yakışmayan çirkinlikte bir “fırsatçılık” yaptı. İnsanlığın ortak ahlaki değerlerini savunmak dururken, kendi kısır ve bencil çıkarlarını savundu. Maneviyat dünyasının yeraltı babalığına soyundu. Maneviyat mafyası kesildi. Mahrumiyetin, açlığın, yoksulluğun sırtından “manevi rant” devşirme bayağılığına tenezzül etti.

Başta Anadolu olmak üzere, Afrika, Asya, Uzak Doğu ve Güney Asya adalarındaki misyonerlik faaliyetleri, asla bir “dine davet” faaliyeti değildi. Öyle olsaydı, inanın itirazımız olmazdı. Aksine, bir ekonomik ve siyasal tahakküm aracıydı. Misyonerlik, Batı’nın küstahça bencilliğinin koltuk değneği oldu. Bir tür devşirme seferberliği olarak gerçekleşti.

“Hıristiyanlaştırma” adına kendi değerlerinden koparılan, kendine karşı yabancılaştırılan zavallılar, sonunda iyi birer Hıristiyan olmadılar. “Hiçbir şey” oldular. Değersiz, dinsiz, imansız, seküler, ateist, animist, putperest vs. Bizim gibi ülkelerde misyonerlik faaliyeti “Hıristiyan müminler doğurmak” yerine, güç, para ve sekse tapan nihilist “seçkinler” peydahlama projelerine “bir nevi katkı” oldu.

Papa, “Laisizm çıkmaz sokak” diyor. Yerden göğe haklı bir söz ediyor. Bunu bizden daha iyi kim bilebilir ki şu dâr-ı dünyada. Ama Hazret, şu ülkeyi bu çıkmaz sokağa bodoslama sokma günahını işleyenler arasında Kilise’nin de olduğunu bilmez mi Tamam, bu günahın büyük kısmını, içimizden devşirdiklerinize işlettiniz. Ama lütfen ellerinize bakın, kirli ellerinize! O ellerde, bu ülkenin zavallı çocuklarını değersizlik batağına sürükleyenlerin suç ortaklığını göreceksiniz. Kaderde Papa’ya, İncil’den nakil yapmak da varmış: “Tanrı ellerin dolu veya boş olmasına bakmaz, ellerin temiz olmasına bakar.”

Kendiniz, kendi toplumlarınız için laisizmi “çıkmaz sokak” olarak görürken, aynı çağrıyı Müslüman toplumlar için neden yapmıyorsunuz? Kendisi için istediği iyiliği başkası için de istemek, bir din adamına değilse kime yakışır? Garaudy’e, Cezayir’de, Hogar dağlarının zirvesinde, 40 yıl misyonerliğin ardından: “Misyonum: Bir Müslümanın daha iyi Müslüman olmasını sağlamak!” diyen keşişler, neden Katoliklerden çıkmaz?

Aksine, İslam’a karşı ABD-İngiltere-İsrail üçlüsünün açtığı küresel savaşa gönüllü asker yazıldı Vatikan. Müslümanların en değerli varlığı olan Hz. Peygamber’e hakaret eden karikatürlerin arkasından, bu çirkin savaşı yürütenlerin parmağı çıktı. Bu çirkinliğe “Ayıptır” demesi gereken Papa, bunun yerine Neo-Con savaşına Rugensburg konuşmasıyla katkı verdi. Hz. Peygamber’e hakaret taşıyan sözleri, üstelik Türkiye ziyareti öncesinde sarf ederek, kin kışkırtıcılığı yaptı. “Pavlus kin havarilerinin en büyüğüdür” diyen Nietzsche’yi bir kez daha haklı çıkararak, Pavlus’un yolunu izlediğini gösterdi.

Vatikan’dan üç şey hiç sadır olmadı: Hasbi ahlak, hasbi dindarlık, tutarlılık. Bunu biliyorum. Kur’an sayesinde bir şeyi daha biliyorum: “Sen, Kitap Ehline tüm delilleri getirsen de, ne onlar senin kıblene yönelirler, ne de sen onların kıblesine yönelirsin. Dahası, onlar birbirlerinin kıblelerine de yönelmezler. Sana ilim geldikten sonra eğer onların keyiflerine uysaydın, bu durumda sen, kesinlikle zalimlerden olurdun.” (2:145)

Uyuyanlar ve ninnilerle uyutmaya çalışanların şansı yok. Çünkü uyumayan ve unutmayan bir Allah var. Gel de Paskal’ın sözünü hatırlama: “İsa kıyamet kopuncaya kadar can çekişecek: böyle bir zamanda uyumamak gerek.” Evet, evet: uyumamak gerek.

Herkesin kıblesi kendine, tamam da, bizim kıblesizler ne olacak?

 

Yorum Yaz