Hiç kimse hep “12”den vurmaz

İsmet Özel’in giderayak yaptığı son çıkışlar üzerine açtığımız bahis sürüyor.

Geçen yazıda, onun Milliyet’e verdiği röportajın büyük bölümünü köşemde aktarmıştım. Benzerleri gibi onun da günah keçisi hazırdı: “İslamcılar…”

Sahi, her önüne gelenin esip yağdığı bu “İslamcılar” kimlerden müteşekkildi? Düne kadar “İslamcılar” denilen kitlenin akıl hocası sayılmaya itiraz etmeyenler, neden asapları bozulduğunda bizzat kendileri de “İslamcılar…” diye söze başlayıp, verip veriştirirlerdi? Üstelik kendilerinden her daim tahfif ve tahkir yollu “İslamcı” diye söz eden malum bir yayın organına? Şu mevhum “İslamcılar”, İslamcılar’ın “akıldanesi” sayılanların bile şamar oğlanı mıydı? Onlar bile kendilerini bu kadar kolay soyutlayabildiğine göre, yoksa bu “İslamcılar” sanal varlıklar mıydı?

Geçelim bunları da, geçen yazıda sorduğumuz “Bu, neden hep böyle oluyor?” sorusunun cevabına dönelim.

Söz konusu cevabı yine bu köşede yayımlanmış olan “Militer Müslümanlık Üzerine” başlıklı yazıda vermiştik. Üstelik o yazı AK Parti liderinin o günlerde verdiği “Ahlaki önceliğimiz barış, siyasi önceliğimiz Türkiye” demecinin üzerine oturduğu iki başlı tasavvurun gayr-ı İslamiliğini dile getiren bir yazıydı. “Ahlak ve adalet”i, “güvenlik ve Türkiye’nin çıkarı” ile zıt kefelere koyan hiçbir tasavvuru Kur’an’ın inşa edemeyeceğini savunmuştuk o yazıda.

Peki o halde, bu türden bir tasavvuru kim ya da kimler oluşturmuşlardı?

İşte bu çerçevede, “soğuk savaş düşünürleri” adını verdiğimiz bir İslamcı düşünürler çizgisinden bahis açarak, bu çizginin hep bir tasavvur problemi olageldiğini söylemiştik. Şu satırlar o yazıdan:

“1950’den sonra yetişen Müslüman kuşaklar üzerinde inkar edilemez bir etki bırakan bu düşünürler, genellikle edebiyat, özellikle de şiir dünyasından kopup gelmişlerdi. Yine genellikle tasavvurları başkaları tarafından inşa edilmiş olarak yeni mekanla “şereflenmekten” çok, yeni mekanı ‘şereflendirmek’ üzre ‘teşrif etmişlerdi’. Her mühtedi için geçerli olduğu gibi, onlar da elinde ihtida ettikleri kişi ya da grubun “din kapısından” girmişlerdi İslam’a. Yine hasbelkader, “talebe” olmadan kendilerini Müslüman kitlenin önünde ‘üstat’ olarak bulmuşlardı. Cemaate dahil olmadan, münhal bulunan imam mahalline geçmiş ya da geçirilmiştiler. Oradan minbere ve kürsüye yürümek zor olmadı.”

Paraşütle gelme yöntemi hep siyasette cari olacak değildi ya. Bu da düşünce dünyamızda aynı yöntemin kullanılmasıydı. Dolayısıyla bu kişiler camiaya kendilerini hiç borçlu hissetmediler. Bir tür ailenin imtiyazlı çocuğu muamelesi gördüler. Ailenin diğer çocuklarının en küçük yaramazlıkları anında tepki alırken, imtiyazlı çocukların yaramazlıkları “sevimli” bile bulundu.

Burada, İsmet Özel’i ya da bir başkasını suçlamak doğru değil. Suçlanması gereken, Müslüman camianın bu müzmin aşağılık duygusu… “Hadi gözünüz aydın, falan da iman etti” tavrı doğru değil. İman edenin kendi gözü aydın olsun. Her Müslüman İslam kardeşliği çerçevesinde bir iman kardeşi daha kazanmanın sevincini duyar, o kadar. Fakat kimsenin, “gelişiyle İslam’a şeref kattığı” zehabına kapılmaz. Bu marazi hal, inandığı değerden emin olamama halidir. Oysa “mü’min”in anlamlarından biri de “inandığı değerler manzumesinin hakikat, hakikatin de bizatihi kendiliğinden şerefli ve aziz olduğundan emin olmak” değil midir?

İsmet Özel’in “acı” sözleri, “dost acı söyler” kabilindendir. Elbette dinlenmeli, öğüt alınmalı, teşekkür edilmelidir.

Özel’in “acımasız” sözlerine gelince…

Bunların başında “İslam”cılarla sosyalistleri karşılaştırması gelir. Sosyalizme “Batı’nın vicdan azabı” dedikten sonra, bu ülkede “sosyalistler”den söz etmenin iç tutarlılığını sorgulamayı bir tarafa bırakalım. “Batı’nın vicdan azabını devşirilmiş de olsa- Doğu’nun çocukları nasıl ve ne kadar çekebilir?” sorusunu da sormayalım. Ki zaten görünen köy kılavuz istemez; Türk sosyalizmiyle Türk şovenizminin Kemalist militarizm ortak paydasında nasıl birleştikleri cemi cümlenin malumu. Halihazırda Özel’e “Sosyalistler ‘İslam’cılardan daha samimiydi” sözünü söylettiren başka, daha derin bir saik olmalı. Ve sorulmalı: “Hangi sosyalistler… Hangi ‘İslam’cılardan?”

Özel diyor ki “ben İslam’ı onların şartlanmalarından bağımsız olarak öğrendiğim için 12’den vuruyordum hep.” Cümlenin başına katılıyorum. Doğru olan da bu. Fakat ya sonu…

Hep 12’den vuran, hangi İsmet Özel?

Abdülkadir es-Sûfî’nin Cihad’ını çeviren mi, yoksa bir müddet sonra “Ben onu ihtiyacım olduğu için cevirdim” diyen mi?

Üç Mesele’de “Medeniyet”in Müslümanlar’ı bozduğunu işleyip “medeniyetsiz İslam” projesini öne çıkaran mı, yoksa son dönemlerde “Türk olmak Müslüman olmaktır” deyip, “Türklüğüne müşteri arayan” mı?

“Sivas Semalarında Sırp Tayyareleri” makalesiyle göz dolduran mı, “Tahran Müslümanlar’ın Moskova’sı mı?” haksızlığına imza atan mı?

Hiç kimsenin hep 12’den vuramayacağını İsmet Özel değilse kim bilir?

 

Yorum Yaz