“…hususi işler için fedai olarak yazılmak isteyen fertler!”

Şimdi sürmekte midir, bilmiyorum. Eskiden askerde bir gelenek vardı:

Yalnızca insanlar değil, tank, top, tüfek, kazan ve hatta ağaç gibi nesneler de cezalandırılırdı. Hiç aklımdan çıkmaz; bir er kendini astı diye bir ağaca ceza verildiği için başında nöbet bekletiliyordu.

Âletle cinayet Kabil’den bugüne, insanlıkla yaşıt bir kötü gelenek. Sözüm ona insanlığın ‘ilkel’ denilen dönemlerinde caniler cinayetlerinde ‘nesneleri’ kullanırlardı; taş, kesici ve delici âletler gibi. Modern zamanların canileri de cinayetlerinde nesneleri kullanıyorlar. Şimdilerde bu tür sıradan âletleri kullanarak cinayet işleyen sıradan canilerin yaptığına, hukukta “âdi cinayet” adı veriliyor. Demek ki bir de “âdi olmayan” cinayet var; adı konmasa da, “modern”, hatta “post-modern” yöntemlerin kullanıldığı bu tür cinayetler genellikle “siyasi cinayet” olarak adlandırılıyor.

Sözüm ona ‘gelişmiş’ ve ‘rafine’ yöntemlerle cinayet işleyen ‘modern’ caniler cinayet âleti olarak ‘nesne’ kullanmıyorlar; daha doğrusu onlar nesneyi kullanan ‘insan’ları kullanıyorlar. Bakmayın ‘insan’ dediğime, aslında onların da cinayet âletlerinden bir farkı yok. Kendilerini kullanan “post-modern’ caniler tarafından nesneleştirilmiş insan kılıklı âletler bunlar.

Modern canileri, cinayet zincirinin baş halkası sanıyorsanız yanılırsınız. Onların ipini de daha gerilerde duran ‘ecinni’ yapılı şeffaf ‘post-modern’ caniler tutmaktadır. Yani bir kuklalar zinciriyle karşı karşıyasınız. Kuklacı sandığınız, “artık bundan ilerisi yok” dediğiniz halkalar dahi, ‘post-modern’ cinayet şebekesinin birer taşeronu çıkabilir.

Bu tür ‘birleşik kaplar’ misali şebekelerde cinayet son kullanma tarihi dolmuş canlı âletlere yıkılır; kadim zamanlardan beri usûl böyledir. Bu ülke söz konusu yöntemi İttihat ve Terakki (İT) ile tanıdı. Resneli Niyazi’den Yakup Cemil’e kadar, cinayetlerinde bir yığın nesneleştirilmiş ‘canlı âlet’ kullanan İT’in paşa babalarından Talat, son kullanma tarihi gelince canını cellada teslim ettikleri Yakup Cemil için diyor ki:

“Bunlar kenef kağıdı gibidir, kullandın mı yallah kabura!”

Tabii ki vatan-millet için işliyorlardı bu cinayet şebekeleri dillere destan cinayetlerini. Cinayet âletlerini nasıl temin ediyorlardı peki? Kendisini “anayasanın tam olarak tatbiki” ve “yürürlükte kalması” işiyle görevlendiren İT Cemiyeti Tüzüğü’nün 48. Maddesi’ni okuyalım:

“Cemiyet (İT)’e giren bütün fertler gerektiği zaman Cemiyet’in mukaddes maksadı uğruna hayatlarını feda etmeye mecbur ise de, hususi işler için sırf vicdani arzusuyla fedai olarak yazılmak isteyen fertler bağlı bulundukları şubenin rehberi vasıtasıyla ismini idare heyetine bildirmelidir.”

Jargona bakın jargona! “Kutsal görev”, “özel işler”, “vicdani arzu” ve “fedailik”…

Kontrgerilla, Özel Harp, Ergenekon, Gladio vs… Adı her neyse. Bu tür örgütlenmenin NATO ile başlamadığını, bu topraklardaki geçmişinin daha eskilere dayandığını İT Tüzüğü’nün 49. Maddesi’nden daha güzel ne ispat eder:

“İdare heyeti fedai yazılan fertlerden meydana gelmek üzere ayrıca FEDAİ ŞUBELERİ kurarak hususi işleri ve Cemiyet’in zabıta vazifelerini bu fedakarlara bırakacaktır.”

Banisi olmakla övündükleri II. Meşrutiyet’in Meclis-i Mebusanı’nı 1913’te basarak “rovelver adaletini” hakim kılan darbeci zihniyetin mantığı işte budur.

Tüm geleneğimizin köküne kibrit suyu döksek de, o gün bugündür bu ‘derin’ geleneğimize toz kondurmadık evelallah.

 

İşte bu nedenle, günlerden beri naklen yayınlanan medyatik ‘cinayet şovları’ izlerken, bir yandan yüreğimiz kanıyor bir yandan da dudağımızın bir kenarına acılı bir tebessüm yerleşiyor.

Siz de benim gibi “Var bunda da bir hayır!” demiyor musunuz? Vahşetten, dehşetten, bulanık sulardan, bulanık su avcılarından, puslu havadan, puslu havayı sevenlerden hayır gelmeyeceğini ben de biliyorum, ama…

İşin ‘ama’sını düşünmek dahi akla ziyan. Başbakanlığa kadar sokulmasına izin verilen cinayet âletlerinin, Başbakan’ı da içine alan sansasyonel bir eylemin ardından, tüm ülkede tek düğmeye basılarak elde edilen Menemen tipi provokatif ve sentetik terör görüntülerinin bahane edilerek, topyekun bir temizlik harekatına zemin yaratılmak istenmesi gibi bir planı fazla mı ‘komplo teorisi’ bulursunuz?

Ben bulmam: Yukarda sağlam köklerine işaret ettiğimiz gelenek banko. Birilerinin AB falan dediğine bakmayın, siz; konjonktür de müsait.

Mevzuat mı?

O da mesele mi! “Önce salben idamına, bilahare delillerin toplanmasına” diyerek kalem kıran ‘hukuk dehaları’ çıkaran bir yakın tarihe sahip olan bu ülke, kara bağrında daha ne cevherler saklıyordur!

Hadi geçmiş olsun!… da (Dil Burcu bunu görmesin), aklıma takılan soruyu sormazsam göbeğim çatlayacak: Kavacık’ta yakalandığı söylenen üç kişiden, örgüt lideri olduğu iddia edilenin dışındaki iki kişinin yüzünü hiç göremedik. Medyaya dağıtılan örgüt liderinin üç ayrı fotoğrafının medyada sürekli yan yana gösterilmesi umarız göz boyama amacına matuf değildir: Hani üç kişi sansınlar diye… Ne hikmetse örgütün yakalanan elebaşlarının yüzünü ezberlediğimiz halde, Kavacık’ta ‘diri ele geçirilen’ iki kişinin yüzünden mahrum bırakıldık. Tatbikat sırasında bile kimse yüzünü göremedi, çünkü boğazına kadar kar başlığı geçirilmişti. Ne o, gösterince tanıyacak birilerinin çıkmasından mı korkuyorlar, yoksa daha sonra insan içine çıkarken tanınıp da mahcup olmasınlar (doğrusu, büyük bir incelik) diye mi yüzlerini saklıyorlar?

( 28 Ocak 2000 )

Yorum Yaz