İddianız duanızdır

Yerinizde olsam, inandığım değişmez değerlerden kaynaklanan en küçük iddialardan bile vazgeçmezdim.

Başkalarının “modası geçti” dediklerine özellikle dikkat ederdim. Bu gibi söylemlerin, değerlerime olan özgüvenimin sınandığı şeytanî bir iğva ve desise olduğunu düşünürdüm.

Hakikat şu ki, sizi dikkate değer kılan, değerler sisteminiz sayesinde donandığınız iddialardır. İddialarından vazgeçen, geleneğinden ve geleceğinden vazgeçmiş demektir. İddialarından vazgeçen davasından ve duasından vazgeçmiş demektir. Bunlardan vazgeçeni kim, niçin kâle alsın? Kim, niçin adam yerine koysun? Bu tipler “sayın” olur, fakat asla “saygın” olamazlar. Bu, hem düşmanlarının hem dostlarının gözünde böyledir.

Hem bana ben idrakini bahşeden iddialarımdan ne adına vazgeçecekmişim ki?

İnsanlık yürüyüşünde elim bir yol kazası olan Batı modeli adına mı? Değişmez değerleri bile “moda-demode” düzeyinde algılayan hafif akıllar, tüm iddiası “şimdi ve burada” ile sınırlı olan bir modelin modasına ne kadar ömür biçerler acaba? Onlar “gidene ağam, gelene paşam” diyecek kadar bile hafızalı değiller. Bu, gideni yok sayıp gelene secde ettiklerinden belli. Böyleleri secde ettiklerinin modası geçince ona da aynı muameleyi reva görecekler demektir. Şu halde, onları ben niçin kale alayım?

Üç yüz yıl insanlık tarihinde tufulet yaşı bile değil. Milletlerin tarihinde ben deyim sabavet, siz deyin gençlik yaşına tekabül eder. Sadece 25 yıla kendi arasında çıkardığı iki dünya savaşını sığdırmış bir modelin vaat ettiği gelecek de ne ola ki?

Yok yok! Bu satırların amacı AB’ye girelim girmeyelim muhabbeti değil. Bendenize göre AB’yi bu düzlemde konuşmak günceli, moda tabirle “reel-politiği” konuşmaktır. Kendi geleceğini dahi garanti altına alamamış bir AB’nin Türkiye için “hayat-memat” meselesi olarak tartışılması bana komik geliyor.

Konumuz o değil. Konumuz asıl geçici ve güncel bir sevda için kalıcı ve kadim aidiyetlerimize gadretmemiz. Bunun, aç köpeğinin karnını doyurmak için komşusunun nur topu bebeğini parçalayıp onun önüne atmaktan ne farkı var?

Şu örneğe bakın: ABD ve Avrupa imalatı olan yolcu uçaklarında 13 rakamlı koltuk bulunmuyormuş. Elin oğlu batıl inancına dahi böylesine sahip çıkıyor. Koca uçağı imal ederken, ona binecek olanların hurafelerine varana dek dikkate alıyor. Fakat senin hakikatine kendi hurafesi kadar değer vermiyor. Senden de değer vermemeni bekliyor.

İddia sahibi olmak ve değerlere sahip çıkmak deyince, bundan yıllarca önce ABD ile küçük bir Uzakdoğu ülkesi arasında yaşanmış bir hukuk krizini hatırladım. Aklımda kaldığı kadarıyla olay şöyle gelişmişti: Uzakdoğu ülkesinde bir ABD’li turist zıpırlık yapıp elindeki tüplü boyayı park halindeki arabalara püskürtmüş. Olay mahkemeye intikal etmiş ve ülkenin geçerli yasalarına göre ABD’li gence sopa cezası verilmiş.

ABD basını olayı diline dolayınca hükümet Uzakdoğu ülkesinden cezayı affetmesini ya da para cezasına dönüştürmesini istemiş. O ülke bunu iç işlerine ve hukuka müdahale sayarak reddetmiş ve devlet başkanı kendi yetkisini kullanarak sopa cezasında indirime gitmiş. Ama sonuçta şımarık Amerikalıyı kendi geleneğine göre cezalandırmış.

İşin ilginci bundan sonrası: Kamuoyunu sahte bir hamasetle dolduruşa getirmeye çalışan medyaya rağmen ABD halkının hiç de küçümsenmeyecek bir kısmı bu cezanın aynı suçun çokça işlendiği ve caydırıcı tedbirlerin pek işe yaramadığı ABD’de de uygulanmasını istemişler.

İslam ceza hukukunun değişken ve sabiteleri, vahyin ruhuna ve maksadına göre yeniden yorumlanma imkanları, klasik uygulamalarının ne kadarının nassî ne kadarının vad’î olduğu ayrı bir tartışmanın konusu. Fakat İslam medeniyetinin ürettiği muhteşem hukuki müktesebatın sırf modern zamanların hatırına vazgeçilebilir olduğunu düşünmenin savunulur bir yanı olamaz.

Henüz rüştünü dahi ispat edememiş ve edeceği de hayli tartışılır bir model uğruna feda edecek hiçbir iddiamız yoktur. Batının kurguladığı simülasyon cihazında seyrettikleriyle sermest olanların hayat ve hakikat hakkında söyleyecekleri ciddi bir şey de yoktur. Uçarlar ve uçururlar. İnsanlar mayışmıştır, uykudadır. Ancak bu simülasyon cihazının sanal dünyasından kurtulduklarında uyanırlar. Fakat bu da pek bir işe yaramaz. Çoğu bu uyanışın ardından gerçeğe dönme ve kabullenme erdemini gösterecek yerlerini yok ettikleri için, hayali hakikate tercih ederler.

Mir’atu’z-Zaman sahibi Sıbt İbnü’l-Cevzi (1186-1256), çekirge sürüleri gibi geçtikleri yeri yakıp yıkıp talan eden Moğolların vahşetinden o denli dehşete düşmüş ki, umudunu hepten yitirdiğinin delili olan şu cümleyi söyleyebilmiş: “Galiba bu ümmetin ömrü bu kadarmış!”

Hayır, İbnü’l-Cevzi’nin torunu yanıldı. Tarih bunun şahidi. Peki, Müslümanlardaki bu Sıbt İbnü’l-Cevzi sendromuna ne demeli? Umut imanın çocuğudur. Çocuğuna kıyan anasını ağlatır. İddianıza kıymayın. Onların en demodesinin zırnığını, en moda olana değişmeyin. Unutmayın ki iddianız duanızdır.

Duanızdan vazgeçerseniz, “ben-biz” diye başlayan hangi cümleyi kurabilirsiniz? Oysa kelime-i şehadet bile “ben” diye başlar.

Yorum Yaz