İmandan mahrum akıl nerede yanılıyor? (II)

Cuma yazımızın konusu Ege Cansen’e ait “İslam Nerede Yanılıyor?” başlıklı, önyargı, cehalet ve tariflerin tahrif edildiği yazıydı.

Yazarı değil, yazara bunları ilham eden “pozitivist aklı” eleştirdiğimiz söz konusu yazıda, bu aklın rüyasının, “bilimi dinin yerine koymak” olduğunu söylemiştik.

Üzerine kurgulandığı “pozitivist aklı”, yazının ana fikri olan son cümlesi açıkça ele veriyordu: “Son söz: Bilim, din kapısından sığmaz; din, bilim kapısından sığar.”

Bu cümleyi kuran tasavvur “bilim-din” karşıtlığına “iman etmiş” dikotomik bir tasavvurdu. İlm-i mantıktaki ifadesiyle bu “dilemma”, pozitivizmin temcit pilavıydı. Aynı zamanda, kendini savunabildiği tek tutarlı argüman görüntüsündeydi. Tabiî ki bu tutarlılık görüntüsü, pozitivist düşüncenin anavatanı olan Avrupa için geçerliydi.

Çünkü Avrupa kültürü, tabiatı icabı çatışmacı ve kutuplaştırıcıydı. Bu nedenledir ki, Avrupa ne zaman “din”e sığınmışsa “akla” düşman, ne zaman “akla” sığınmışsa “dine” düşman olmuştur.

“Din-akıl” karşıtlığının aynısı “din-bilim” alanında da yaşandı. Çünkü Kilise, Ortaçağ boyunca kendisini akla kapatmış, hatta aklı hasım ilan etmişti. Bu düşmanlık Kilise-bilim çatışmasına dönüştü. Galile olayı magazinleştiği için, herkesçe bilinir. Fakat Bruno cinayeti, Kilise-bilim çatışmasının nerelere kadar vardığının dramatik örneklerinden biridir.

Pozitivizmin beşiği Fransa’dır. Osmanlı döneminde pozitivizm bize de oradan ithal edilmiştir. Önce Jön Türk tayfasının, sonra İttihat ve Terakki kodamanlarının içindeki Avrupa aşkını körükleyen felsefi akımlardan biri de pozitivizmdi.

Ege Cansen, her zaman devletin “teşvik kredisine” mazhar olmuş pozitivizmin beklentisinin aksine, bu ülkede İslam’ın hâlâ başat belirleyici olmasını hazmedemiyor. Hiç bilmediği alanlara girip, İslam hakkında ahkam kesiyor. Sonunda, dilinin altındaki baklayı çıkarmadan, “bilimi dinin yerine ikame etmeyi” teklif ediyor.

Tutalım bu teklife tüm yanlış ve iç çelişkisine rağmen evet diyelim. Peki, bu mümkün mü? İlim öğrenmeyi kadın erkek her mümine farz kılan İslam’ın vatanı olan Doğu’yu bir yana bırakalım, Kilise’nin vatanı olan Batı’da bu düşüncenin rüyası gerçekleşmiş midir?

Hepsinden öte, şu soru daha önemli: Dinden şikayet edenlerin bilimi dinleştirmeleri, “Kilise”den şikayet edenlerin onun yerine “bilim kilisesini” ikame etmeleri, “ruhban sınıfından” şikayet edenlerin bilim adamları sınıfını “pozitivizm dininin ruhban sınıfı” olarak ikame etmeye çalışmaları, çelişkinin âlâsı değil midir?

Tarihsel verilerle konuşalım: Kendini “din”in yerine teklif eden pozitivist düşüncenin babası Auguste Comte (1798-1857) “düşüncenin tarihi gelişimi”nin üç aşamasına işaret eder.

Bunlar, teolojik, metafizik ve pozitif aşamalardır. Pozitivist akla göre bu sonuncu aşamada artık “teoloji” ve “metafiziğe” hiç ihtiyaç kalmayacaktır. Yani dine ve imana ihtiyaç kalmayacak, bunun yerini “pozitif bilimler” alacaktır.

Peki, bu doğru mudur? Tarih, bu tezi doğrulamış mıdır?

Asla. Aksine yalanlamıştır. Kilise’nin varlığına rağmen, Batı’da bile bu maddeci ütopya tutmamıştır. Nerde kaldı İslam gibi aklı ve nakli aynı annenin iki memesinden süt emen ikiz kardeşler kabul eden bir inanç sisteminin yaygın olduğu coğrafyalarda?

Aksine, pozitif bilim ilerledikçe insanoğlu haddini ve yetersizliğini daha çok idrak etmeye başlamıştır. Metafiziğe olan ihtiyaç gerilememiş, aksine bilimin metafiziğin yerini doldurma iddiasının fos olduğu, iyice anlaşılmıştır.

Peki bu durumda, “Pozitivizm Kilisesi”nin kurucusu Comte ne yapmıştır dersiniz?

Bu sorunun insanı hayrete düşüren cevabını, konunun uzmanı ve felsefe hocası Prof. Dr. S. Hayri Bolay’dan alalım: “Comte da, metafiziği inkar ettikten sonra, şekil ve sosyal prensiplerini Katolik mezhebinden alan bir din kurarak, ta teolojik devre dönen bir metafizik kurdu. Bu yeni dinin tanrısı “insanlık”, mucizeleri ise “bilimsel keşifler”dir. Bu materyalist bir metafiziktir.” (Felsefi Doktrinler Sözlüğü, 227)

İyi mi? Bizi “Bilim Kilisesi”nde günah çıkarmaya davet eden Pozitivizm misyonerlerinin akıl hocasının geldiği noktaya bakın! Dahası var. Aynı kaynaktan öğreniyoruz ki, pozitivizmin “papası” Comte, bir de “İnsanlık Dini” adını verdiği bir din kurmuş. Hatta “Pozitivizmin İlmihali” diye bir de ilmihal yazmış. Bu eser P. Erman tarafından Türkçeleştirilerek MEB tarafından 1952’de basılmıştır.

Müslüman mahallesinde salyangoz satan Milli Eğitim Bakanlığı’nın “milliliğini” gördünüz mü? “İslam İlmihali”ni yasaklayan zihniyet, “Pozitivizmin İlmihali”ni yayımlıyor. Bu ülkedeki pozitivist aklın “sera ürünü” ve “hormonlu” oluşunun bundan iyi kanıtı mı olur? İşte Ege Cansen’ler bu “ilmihallerle” yetiştikleri için böyleler. Çünkü o dönemlerde Durkheim’in sosyolojik pozitivizmi okullarda resmen “amentü” olarak talim ediliyordu.

Aynı kaynak dudaklarımızı uçuklatan ve İslam karşıtlığının tarihi arka-planını ele veren bir bilgi daha veriyor : “Comte, Gülhane Hattı’nın ilanından sonra “müstağrip” M. Reşid Paşa’ya bir mektup göndererek kurduğu yeni din için Türkiye’yi hazırlamasını ister.” (Age, s. 229).

Pozitivizmin bu ülkeye nasıl girdiğini ve Cumhuriyet’in ilk nesillerinin İslam düşmanı olarak yetiştirilmesinde nasıl alternatif bir din olarak kullanıldığını ben burada anlatamam. (Konuyla ilgili bir doktora çalışması için bkz. M. Korlaelçi, Türkiye’ye Pozitivizmin Girişi)

Söyleyin, sizce de Ege Cansen, zamanını şaşırmış (anakronik) biri gibi görünmüyor mu?

Gelecek yazıda, onun İslam’a yaptığı haksız ithamları ele alalım.

Yorum Yaz