İnsanlık Güzeli için

Bu yazıyı ona ayırayım, o Gül Yüzlü’den bu karanlık çağa birkaç soluklu gül efiltisi taşıyayım için oturdum yazıya.

Aklım kalbime dedi ki: Bugün sen dur, onu ben anlatacağım. Onun, tevhidi ruhuna sindirmiş varlık tasavvurunu ben yorumlayacağım.

Ebu Zer’e “Gel ey Ebu Zer” deyip, onun elinden tutup güneşin batışını seyretmeye gidişlerini, bunun insanlığın bu kutlu öğretmeni tarafından verilen bir “okuma dersi” olduğunu, Ebu Zer’e batan güneşin ardından “Güneş nereye gitti ey Ebu Zer?” deyişini, Ebu Zer’in “Allah ve Elçisi daha iyi bilir” diye karşılık verince, bu her gün yaşanan fakat birçoğumuzun hiç fark etmediği hatta –sıradan- karşıladığı kozmolojik olayı, bir ayeti tefsir eder gibi tefsire tabi tutarak “Güneş Allah’a secde etmeye gitti!” deyişini anlatacaktım.

Aslında bununla güneşin tabi olduğu kozmik kanunu hatırlattığını, güneşin –bi şuur- bir Müslüman kardeşimiz olduğunu, onun tesmiyette kusur etmediğini, onun kendisi için konulan yasaya uymasının “güneşin secdesi” anlamına geldiğini anlatacaktım.

Buradan yola çıkarak biz Müslümanların mensup olduğu hareketin değil bir coğrafyayla, bir bölgeyle, bir kavim kabile ya da milletle, insan nesliyle dahi sınırlı olmadığını vurgulayacak; yerlerin ve göklerin, dağların ve denizlerin, ateşin ve suyun da bu hareketin “doğal” bir üyesi olduğunu dillendirecektim. “İnanmazsanız Hz. Nuh’a sorun: -Müslüman- (Allah’ın yasasına teslim olmuş) su, kardeşinin başı sıkıştığında, zi-şuur kardeşi Nuh’a nasıl yardım elini uzattığını bizzat kendisi anlatsın” diyecektim. Yine, “İnanmazsanız İbrahim’e sorun, başı darda kaldığında, ateş kardeşi, nasıl onun yanında yer aldığını anlatsın” diyecektim.

Dahası, Sevgili Nebi’nin bu tavrının, varlığı bir “ayet” bilip okumak olduğunu, okuyabilene etrafımızda okunmayı bekleyen sayısız ayetin bulunduğunu, ders alacak olana etraftaki her şeyin ders verdiğini söyleyecektim. “Hayatı bir okula çevirelim; “la” silgimiz olsun “illa” kalemimiz olsun!” diyecektim. “La ile silip, illa ile yazalım, -La ilahe- deyip temizleyelim enkazı, -İllallah- deyip yerine inşa edelim yepyeni bir hayatı” diyecektim.

Aman yanlış anlamayın uyarısında bulunarak bir şey daha söyleyecektim.

Ya Muhammed’in rolünü oyna, “öğreten” ol! Topla sokaklardan Ebu Zerleri, uzat ellerini çağın yetimlerine, öksüzlerine, kimsesizlerine, itilmiş-kakılmışlarına. Onlara hayatı okumayı, ölümü okumayı, baharı ve yazı, kışı ve güzü okumayı, yıkılışları ve yükselişleri, varlığı ve yokluğu, bolluğu ve darlığı, acıyı ve sevinci, güneşi ve ayı, geceyi ve gündüzü, burayı ve öteyi okumayı öğret.

Ya Ebu Zer’in rolünü oyna, “öğrenen” ol! Oku her şeyi bir ayet gibi ve de ki: “Ben de kayıtsız şartsız teslim oldum alemlerin Rabbine!” Ben de güneş gibi olacağım; yalnız kuzuların değil, sırtlanların üzerine de doğacağım, yalnız güllere değil, ısırganlara da yayacağım ışığımı!

Fakat yarasalardan etkilenmeyeceğim, ne kadar çok olurlarsa olsunlar yok edemeyecekler ışığımı. Ben aydınlığı temsil edeceğim; karanlığın kara yüzlü, kara vicdanlı, kara kalpli, kara katran ruhlu adamları, ben doğduğum zaman, gündüz gelince gece nereye giderse oraya gidecekler!

Evet, aklım bütün bunları söylemek için kalbimi ikna etmeye çabalarken, kalbim de savunmaya geçti ve aklıma dedi ki: Aman sen dur. Bu iş senin altından kalkamayacağın kadar ağır. Sözün bittiği yerden konuştuğunu unutma. Onu anlatma iddiası abartılı bir iddia. Hem onu anlatmak balı tarif etmeye benzemez mi? Balı görmemiş, tatmamış birine onu nasıl tarif edebilirsin ki? Sen en iyisi onun damağına bir parmak bal sür. Günlerce konuşarak yapamayacağını, bu şekilde yapabilirsin.

Aklım mazeret sunacak oldu, kalbim üsteledi:

“Hem unutma” dedi, “Unutma Muhammed muhabbettir. Muhabbet ise, akıl işi değil, yürek işidir. Kişi aklıyla değil kalbiyle sever. Onu hissetmeden onu anlamak ne mümkün? Onu sevmeden onu hissetmek ne mümkün?”

Aralarında kaldım. İkisine de dedim ki: O halde siz durun, sizin çocuğunuz “şuur” konuşsun. Şuur sözü aldı, yürek imbiğinde damıtıp akıl ipine dizdi: Şiir oldu.

Ey insan

Ey yüz akı gönül aydınlığı

Kabul olmuş sadaka kadar güzel

Bir duygu sarıyor seni anan yüreğimi

Bastığın toprakla yıkadığım gözüme

Şimdi güneş bile siyah görünüyor

Ey yüz akı gönül aydınlığı

Ben kendime ağlarken Uhud da ağlar mıymış

Hıra’yı mahzun gördüm soramadım sevgili

Hasretinin dışında başka derdi var mıymış?

Ey insan

İçimde büyüttüğüm tüm çiçekleri

Sana adıyorum

Itırları, yaseminleri, menekşeleri

Lale bana kalsın

Kapına çiçeklerin karalısı sunmaktan

Utanıyorum

Dua çıkmayan göğe sevdalar çıkar mıymış

Bülbülünü kaybetmiş bu evrensel bahçede

Dikenler bile bir hoş gayrı gül kokar mıymış?

( 24 Nisan 2000 )

 

Yorum Yaz