İslam hukuku ve kimsesiz çocuklar (3)

Geçen yazıda kaldığımız yerden devam edelim: Dördüncüsü: İslam’ın sabiteleri vardır, değişkenleri vardır.

Sabitelerini Allah koymuştur, değiştirilemez. Fıkıh adı altında tedvin edilen alan genellikle yorum alanıdır. İslam hukukunu konuşmak, hükmün “menat”ını göz ardı etmeden, illet, hikmet ve maslahata uygun olarak yeniden üretimi mümkün (vad’i) bir şeyi konuşmaktır. Amentüsü resmi ideoloji olanların İslam hukukunun içtihadı verilerine “değişmez” ve “değiştirilmesi teklif dahi edilmez” olarak bakma hastalığı, aynada kendini görmekle açıklanabilir.

Evlatlık konusuyla yakın ilişkili olan ebeveyni belirsiz buluntu çocuğun (lakit) hükmü konusunda İslam hukuk otoritelerinin görüşleri, bu konuda şartlar gerektirdiğinde klasik fıkhi yaklaşımın yenilenebileceğine örnektir.

Osmanlı ulemasının evlatlık konusundaki esnek yaklaşımı bunun en güzel delilidir. Kur’an’ın “cahilliye tebennisi”ni ilga etmiş olmasını her tür evlatlık edinmenin yasaklığı şeklinde okumayan Osmanlı uleması, şer’an yasak olan “miras” yerine Kur’an’ın bu konudaki genel emirlerine (Msl. 4.8) dayanarak “vasiyet”i ikame etmiştir. Bu şekildeki birçok evlatlık kaydı, Osmanlı Şer’iyye Sicillerinde yer almaktadır.

Bu damar bugünün uleması tarafından daha da geliştirilebilir. Din İşleri Yüksek Kurulu’nun klasik görüşe dayalı açıklaması yerine evlatlığın “mal ve nesep mahrumiyetini” değil, evlatlığın “mağduriyetini önlemeyi” önceleyen bir bakış açısıyla; evlatlık edinenlerin nesep kaydını yasaklamaya vurgu yapmaktan daha çok, nesebinin asla gizlenmemesi ve karartılmamasına vurgu yapan ve şer’an yasak olan “miras”ın oluşturduğu güvence boşluğunu vasiyet ile dolduran yeni bir karara ihtiyaç olduğu ortadadır.

Beşincisi: İslam hukukunun bir numaralı kaynağı olan Kur’an’ın konuyla ilgili ayeti Ahzab 4’tür: “Allah evlatlıklarınızı öz oğullarınız olarak tanımamıştır.” Burada bir “ilga” söz konusudur. İlga edilen ise “cahiliyye tebennisi” adı verilen ve bu ayetin indiği verili ortamda yapılan evlatlık uygulamasıdır.

Bu ayetten hüküm çıkarılırken hep tek taraflı düşünülmüştür. Bu ilganın altında, zımnen “kimsesiz çocuğun” haklarını, özellikle de malını-mülkünü koruma yönü görülmemiştir. Çünkü o dönemde bu uygulama, sadece iyi niyet ve hamiyet duygularının bir ifadesi olarak değil, aynı zamanda ”kimsesiz/yetim” çocuğun mirasını istismarın bir ifadesi olarak da uygulanıyordu. Kur’an farklı yerlerde farklı vesilelerle yetimin mirasını haksız yere yemeyi yasaklamasının (89.19) nedenlerinden biri de işte bu tür geleneksel uygulamalardır.

Altıncısı: İslam Hukukunun evlat edinme yasağı konusunda zorlanmaması ve bu konuda uzun yüzyıllar boyunca ilave arayışlara gerek duymamasının iki temel sebebi vardır:

a) İslam’ın kimsesiz ve korunmaya muhtaç çocuklar ortaya çıkaran sorunlara kaynağında çözümler getirmesi.

b) Her şeye rağmen ortaya çıkan kimsesiz ve bakıma muhtaç çocuklar olursa, bunlar için alternatif kurumlar oluşturması.

Önce şu sorunun cevaplanması lazım: Kimsesiz çocuklar gerçekten kimsesiz midirler? Bilinen bir gerçektir ki aslında gerçek anlamda kimsesiz çocuk sayısı çok çok azdır. Kimsesiz diye nitelenen çocukların aslında kimi-kimsesi vardır. Onlar çeşitli nedenlerle ilgilenmemiş, çocuklar da “kimsesiz” ve korunmaya muhtaç duruma düşmüşlerdir.

Bütün sebepleri bir tek sebebe irca edersek, sonuçta ortaya ailenin çözülmesi sorunu çıkar. Pozitivist akıl, ailelerin çöküş ve dağılış nedenlerini genellikle ekonomiye ve yanlış nüfus politikalarına bağlamaya bayılır. Tabi ki bu tahlil, açlık sınırında veya o sınırın altında yaşayıp da dağılmayan milyonlarca ailenin neden dimdik ayakta durduğunu açıklamaz. Elbet ekonomik nedenlere dayanmayan sayısız parçalanmayı da…

Bir anket yapsak, kimsesiz çocuk üreten nedenlerin içerisinde İslam’ın hepsini de yasakladığı zina, kumar, içki, israf, sorumsuzluk, ahlaksızlık hangi yüzdeyle yer alırdı acaba?

Bunun dışında bir de gayr-ı meşru yolla edinilen çocuklar meselesi var. Bu sorunun bir parçası olarak terk edilen çocuk meselesi var.

Göz önündeki gerekçe ne olursa olsun bir ailenin dağılması, hele dağıldıktan sonra çocuğu sokağa terk etmesi ya da ona karşı sorumluluğunu üstlenmemesi “ahlaki” bir zaaftır.

İslam, aldığı tedbirlerle sorunu kaynağından kurutmayı tercih etmiştir. Nikah dışı her türlü cinsel ilişkiyi yasaklayarak, kimsesiz çocuk üreten ana damarı tıkamıştır. Evlenmeyi teşvik etmiş ve Allah adına yapılan nikah sözleşmesi üzerinden aileyi kutsalın koruyucu şemsiyesi altına almıştır. Bu şemsiyeye ateş edenlerin, bu sorundan şikayete hakkı var mı?

Kur’an kimsesiz ve muhtaçları koruyup gözetme, bakma, besleme, eğitme, büyütme konusunda müminlere sorumluluklar yüklemiştir. Sadece Duha ve Maun surelerinin mealine bakmak bile yeterli bir fikir verebilir. Ayrıca savaş gelirlerinden yetim, kimsesiz ve muhtaçlara pay ayrılmasını emretmiştir (8.41 ve 59.8). Zekat verilecek sekiz sınıf içerisinde “ibnu’s-sebil” özellikle vurgulanır (2.215). “Yol oğlu” anlamına gelen bu tabiri Abduh “yola terkedilmiş çocuk”, “kimsesiz çocuk” anlamında alır.

Evlat edinme sadece evlat edinilen çocuğun değil, evlat edinenlerin de ihtiyacından kaynaklanır. Çocuk sahibi olamayan çiftler için çocuk sahibi olmanın bir yoludur bu. İslam, Katolik nikahına “hayır” diyerek buna bir çözüm yolu sunmuştur.

Ayrıca çok eşliliğe izin vererek, alternatif bir çözüm sunmuştur. Eskiden beri, yakın akrabanın çocuğunu büyütmek İslam toplumlarında bu sorunu aşmanın pratik yollarından biri olarak görülmüştür.

Yorum Yaz