İslam ve demokrasinin mahiyetine dair

Din-demokrasi ilişkisinin, konusu Demokratik Hukuk Devleti olan 3. Abant Platformu’nda yapılan tartışmaların dominant öğesi olmasını kimse garipsememeli.

Çünkü:

1) Birileri yüzünü buruştursa da, bu ülkede İslam, tüm yapılanlara rağmen hala hayatın dominant fenomenidir. Sosyal, siyasal, ekonomik; hayatın hangi alanıyla ilgileniyor olursanız olun, onun İslam’a göre nerede durduğunu göz ardı ederek “anlam” tayinine kalkışamazsınız.

2) Bir şeyin İslam’a göre konumunu tanımlamak için, hem İslam’ı hem de ona göre tanımlayacağınız şeyi mahiyeti itibarıyla iyi bilmelisiniz.

Bendenizin de içinde bulunduğu Tarih-Felsefe-Toplum Komisyonu, Siyaset-Hukuk Komisyonu’na göre felsefi ve entelektüel tartışmaya daha yatkın bir yapıdaydı; aradığım da zaten buydu. Komisyonda İslam-Demokrasi ilişkisi masaya yatırılınca “Militan Demokrasi”yi savunan Sayın Kılıçbay, İslam’la demokrasinin bir arada olamayacağını, laikliğin demokrasinin olmazsa olmaz şartı olduğunu söyleyiverdi. İslam’ı, demokrasiyi, Laikliği kendi keyfinize göre tanımlayıp “olursa olmaz”larla “olmazsa olmaz”lara mahkum ettiniz mi iş tamam; ne ala memleket. Vural Savaş’ın da böyle düşündüğünü Refah İddianamesi’ne yazdıklarından hatırlıyoruz.

Bu düşünce, yalnızca bir “epistemik çorba” değil, aynı zamanda “imkansız” ve “tehlikeli” idi. Tam da, demokrasiyi “şirk”, demokrat insanları “müşrik” olarak tanımlayan İslami entegrist yaklaşımın karşı kutbunu oluşturuyordu. Bu ikisi arasında mantık aynı, çıkış noktası aynı, düşünme biçimi aynı, sonuçları bile aynıydı: İslam demokrasiyle bağdaşmaz. Birinciler bunu “demokrasiyi koruma” adına yaparken ikinciler bunu “İslam’ı koruma” adına yapıyorlardı. İster istemez söz almak zorunda kaldım ve hiç bir entelektüelin yapmaması gereken vahim mantık yanlışına dikkat çekerek dedim ki:

1) Mantık ilmi açısından yanlıştır: Elmalarla armutlar birbirine kıyaslanmaktadır. “Din totaldır, demokrat olamaz” önermesi yanlış öncüller üzerine bina edilmiştir. Bu kıyasın “orta terimi” ortak değildir. Dolayısıyla bu analoji eskilerin tabiriyle “kıyas maal-farık”tır, batıldır.

2) Epistemik açıdan yanlıştır: İslam ve demokrasi iki ayrı bilgi sistemine mensupturlar: İslam bir dindir ve menşei ilahidir, demokrasi ise bir siyasal yöntemdir ve menşei beşeridir; dolayısıyla profan (kutsal dışı) ve özünde “seküler” (dünyevi)’dir. Çünkü ne komple bir ahlak öğretisi vardır, ne de ahiret öğretisi. Bu yaklaşım demokrasinin geçerli tanımları açısından da kabul edilemez: Çünkü bu mantığa göre demokrasi kendi hedef ve iddialarına karşı konuşlandırılmakta, bir tür “kafeinsiz kahve”, “yumurtasız omlet” konumuna indirgenerek içi boşaltılmaktadır.

3) Sosyolojik açıdan “vicdansız”dır: Bunun anlamı, kahir ekseriyeti Müslüman olan bu ülkenin insanına “Sen dinini değiştir de gel” demektir; bu millet topyekûn tanassur edemeyeceğine göre “Müslümansan dikta ve totalitarizm senin kaderindir” demektir. Özetle bu ülkedeki değerlerine yabancılaşmış yönetici elitlerin Müslüman halk üzerindeki baskı ve zulümlerini meşrulaştırmaya hizmet etmektedir bu görüş.

4) Kültürel açıdan “imkansız”dır: Entegrist laik/demokratlara göre bu ülkeyi İslam’dan koparmanın gerekçesi demokrat yapmaktır; fakat bir ülkenin topyekûn irtidat etmesini beklemek de akla ziyan bir tersliktir, imkansızdır. Bunca yıldır bu ülkede bu denenmekte, fakat millet imanından bir türlü koparılamamaktadır. Bu olsa olsa 19. yüzyıl pozitivizmine saplanıp kalmış aydınların “manipülatif” ve “kurgusal” jakobenizminin hülyasıdır. Bu hülya bu memleketin başına ne musibetler getirmiştir, hep birlikte yaşayıp görüyoruz.

Elbette benim en büyük itirazım, İslam’la demokrasiyi birbirinin aynı ya da karşıtı/hasmı gibi göstermeye idi. Genel Kurul’a gelen komisyon bildirisinde bütün bu tartışmalar, sekretaryanın elinde şöyle maddeleşmişti: “Demokrasi ile İslam arasında bir uyumsuzluk yoktur. Demokrasinin temel hak ve hürriyetler ile hukukun üstünlüğü gibi asli değerleri, İslam açısından da vazgeçilmez unsurlardır.”

Genel Kurul’da bu madde tartışılmaya başlanınca Başkan M. Aydın, Hayreddin Karaman Hoca’nın bu maddenin tamamen kalkması teklifini tartışmaya açtı. Hayret, farklı gerekçelerle laikçi/demokratlar (!) da aynı şeyi istiyorlardı.

Bendeniz aksini düşündüğümü, geniş bir kitlenin buradan bu konuda sadra şifa bir açıklama gelmesi beklentisi içinde olduğunu ve bu konunun ülkenin temel sorunlarından birini teşkil ettiğini söyledim. Karaman Hoca’nın endişesini anlıyordum: İslam’la demokrasinin aynılaştırılması… Bu, İslam’la demokrasinin zıtlaştırılması ve hasım hale getirilmesinin tersiydi. Yukarıdaki epistemik farklılığı da dile getirerek maddenin şu şekilde geçmesini teklif ettim: “Demokrasi İslam’ın hasmı ya da alternatifi değildir. Demokrasinin hedefleri, İslam’ın da toplumsal hedefleri arasında yer almaktadır.”

Tabi ki tartışma uzadı. Platform’un en çok tartışılan konusu buydu. Bir netice çıkmayınca Aydın Hoca maddeyi tefliklerimiz ışığında yeniden yazılmak üzere müzakereden çekti. Günün olanca yorgunluğu ve programın iki saat sarkarak aç mideleri zorladığı bir son dakika golü olarak madde “İslam demokratik hukuk devletinin önünde bir engel değildir” şekliyle oylamaya sunuldu ve geçti.

İşte bir maddenin serüveni ve Abant’ın arka planı.

( 28 Temmuz 2000 )

 

Yorum Yaz