İslâmi bir çalışmanın hedefi, ”devlet” değil ”insan” olmalıdır

Modern Ulus Devlet, Hobbes’un ifadesiyle “leviathan”laştı.

Modern ulus devlet, totaliter niteliğini işte bu “devleşmesinden” almaktadır. Devleşen her devlet, onu ele geçirenlerin elinde bir rant, bir baskı, bir zulüm aracına dönüşür. Bunun en sivri örneklerini yaşadığımız coğrafyada, içerden gözlemleyebiliyoruz.

Halkı Müslüman olan ülkelerde kurulan modern ulus devletlerin, daha totaliter bir yapıda olmasının tek suçlusu, Müslüman toplumların içerisinden devşirilerek yetiştirilmiş yönetici elitler değildir. Bunun en büyük vebali, devlete kutsallık atfedip “din u devlet” tekerlemesi/tesniyesinde sergilenen geleneksel anlayıştır.

Devlet isimli sosyal organizasyona kutsallık kılıfının geçirildiği gün, İslam tarihinde en büyük sapma başladı ve “adalet yönetimi”, “zulüm yönetimine” dönüştü. Bunun en tipik örnekleri unvan tercihinde kendisini gösteriyordu. Hz. Ebubekir, kendisi için “Rasulullah’ın halifesi” unvanını tercih edip bunun dışındakileri ısrarla reddederken, Hz. Ömer “Halifetu halifeti Rasulillah” (Rasulullah’ın halifesinin halifesi) unvanını tercih edecektir. Emiru’l-Mü’minin kullanımı daha sonradır.

Yöneticiyi ve yönetimi “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” (zıllullah fi’l-arz) gören geleneksel yüceltmeye kavramsal bir altyapı sağlayan “Allah’ın halifesi” unvanını ilk kullanan Emeviler olmuştur. Bu hermenötik tahrif, siyasal tahrif ve tahribin tevsik edilmesiydi.

“Allah’ın halifesi” tamlaması, aynıyla Kur’an’da, değil iktidar ve güç sahipleri için, peygamberler için dahi kullanılmıyordu. Ne ki, bazı ayetlerden yola çıkarak, yorum ve takdir yoluyla, Allah’ın halifesinin sadece ve sadece genelde “insanlık”, özelde “Allah’a teslim olmuş bir toplum” olduğunu çıkarabiliriz. İnsanlığa/ümmete verilen hilafet, aslında yeryüzünün madden ve manen mamur edilmesi görevidir.

Hilafeti “adalet yönetimi”, saltanatı ise “zulüm yönetimi” anlamıyla birbirinin tam karşıtı olarak kullanma, sanıldığı gibi modern jargona ait bir “dikotomi” değildir. Bu kavramları yerli yerine ilk yerleştiren Peygamber’in amcası Hz. Abbas, ilk karıştıran da Müşrik Mekke lideri Ebu Süfyan’dır. Ebu Süfyan, Rasulullahın Mekke’ye giren ordusunu hayretle izlerken Abbas’a şöyle der: “Ey Fazl’ın babası! Yeğeninin Saltanatı ne kadar da büyümüş?” Hz. Abbas’ın cevabı şöyle olur: “Yazık sana, o saltanat değil, nübüvvettir.” (İbn Hişam, Tabakat vd.)

Bu kavramsal ayrımı Hz. Ömer de aynen kabullenir ve Selman’a endişeyle sorar: “Ben halife miyim yoksa sultan mı?” Selman cevap verir: “Eğer sen, Müslümanların malından bir dirhem dahi olsa haksız yere alıyorsan ve bunu da keyfin için harcarsan sultansın, değilse halifesin.” Bu cevap Hz. Ömer’i ağlatır ve der ki: “Allah’a yemin ederim ki ben halife miyim, sultan mıyım bilemiyorum. Eğer sultansam vay halime!” (Tabakat)

Saltanatı savunanlar da, neyi savunduklarının farkındadırlar. Sarhoş namaz kıldırmaktan dolayı daha sonra cezalandırılan Kufe valisi Velid b.Ukbe devir teslim işlemi sırasında serzenişte bulunan eski valiye şunu söyler: “Ey Ebu İshak (Sa’d b. Ebi Vakkas)! Tasalanma. Bu bir saltanattır. Sabahleyin bu saltanatın tadını bir başkası çıkarır, akşam ise başka birisi.” (el-İstiâb)

Aynı Saad b. Ebi Vakkas, Muaviye’nin yanına şu selamla giriyordu: “Selam sana ey sultan!” Selam verilen de biliyor ve kabul ediyordu hilafetle saltanat arasındaki farkı: “Ben Müslümanların ilk sultanıyım!” (el-İstîâb, el-Bidâye) Ya I. Muaviye’nin kölesine yaptığı şu samimi itirafa ne demeli: “Ey İbn-i Mes’ade.! Allah Ebubekir’e rahmet etsin. Ne o dünyayı istedi, ne de dünya onu. Ömer’e gelince: Dünya onu istedi, fakat o dünyayı istemedi… Amma biz… Biz dünyanın tozuna toprağına bulandık.” Daha sonra pişman bir edayla: “Vallahi bu, Allah’ın bize verdiği bir saltanattır.”

İslam, referanslarında, “dini” hiçbir zaman “devlete” izafe ederek devlete kutsallık atfetmez. İslam, insanı, yani toplumu (millet, ümmet) devlete önceler ve kendisini ona izafe eder; hakka ve hayra çağıran bir toplumun (ümmet) olmasını şart koşar Kur’an. Eğer iktidarı, gücü, devleti “halife” ilan ederseniz, toplum “iktidar”ın merkebi olacaktır; eğer toplumu “halife” ederseniz, bu kez tersi olacak, devlet ve iktidar toplumun “merkebi” olacaktır.

İslam, Allah’a teslim olmaktır. Oysaki İslam siyaset tarihinin en büyük problemi, insanı iktidarın eline “teslim etmek” olmuştur; bu kah halife, kah sultan, kah devlet adını alan “iktidar” yüceltilerek ve kutsanarak yapılmıştır. Allah’a itaati “iktidara itaate” tahvil ederek yönetimin boyunduruğuna sokulan toplumlar, ilk yüzyıllardaki zorunlu fütuhat gereği “İslam’ın bendesi” olarak kullanılmışlar, fakat efendiler değişince, dünkü bendeler kendilerini ele geçiren zalim ve gaddar efendilerine direnme melekelerini kaybetmişlerdir.

Şahsiyet yetiştirmek zordur, köleleştirmekse kolay. İslami cemaatlerin rolü, Müslümanları kim adına olursa olsun “devleti” kutsallaştırarak iktidarların uysal köleleri kılmak değildir. Öyle yapanların, katilini emziren bir ananın hayal kırıklığını yaşamaları kaçınılmaz bir kaderdir.

( 14 Haziran 1999 )

 

Yorum Yaz