“Islamic movement” değil “İslâmî hareket”

CIA eski Ulusal Haberalma Komisyonu Başkan Yardımcısı Graham E. Fuller, şimdilerde İslami Hareketler üzerine bir kitap hazırlığı içerisinde.

Fuller’ın Le Monde Diplomatique’in son sayısında “İslam: Değişimin kaynağı” başlıklı ses getiren makalesi yayımlanınca, Avrupalı bir okuyucum makaleyi elektronik posta adresime geçmişti.

O hafta makale üzerinde durmak istiyordum, fakat kısmet bugüneymiş. Gördüğüm kadarıyla makale gereken yankıyı bulmadı. Radikal’de bir kuşa çevrilmiş tercümesi dışında makale üzerine aklımda kalan tek yazı Yusuf Kaplan’a aitti.

Sevgili dostum Ali Bulaç, İslami Hareket’in bittiğini ilan edeli hayli olmuştu. Acaba sert mi oldu diye hâlâ kendi kendime sorduğum cevabi bir yazı kaleme almış, “İslam’ın devlet talebi yok mu?” başlıklı bu yazımda İslami hareketin bitmeyeceğini, bunun mümkün olmadığını söylediğimi hatırlıyorum.

Tabii, İslami hareketten ne anladığınıza bağlıydı bu. Ben İslami hareketi “Islamic movement” olarak algılamamıştım hiçbir zaman. Islamic movement, modern bir olguydu ve Batılıların “akım” olarak gördüğü İslami taleplere muhtemelen yüzyılın başında taktığı bir isimdi. Bu isim, biraz da İslam’ı din olarak Kilise Hristiyanlığıyla özdeşleştiren bir mantığın ürünüydü. Hayatı “seküler” ve “dini olan” diye ikiye ayırınca, bu mantığa göre seküler alanda kalması gereken siyasi, sosyal ve ekonomik talepler, bir dine sıradan mensubiyetten öte bir anlam taşırdı ve daha ekstrem bir söylem olarak algılanmalı ve isimlendirilmeliydi. Batılılar da öyle algıladılar ve isimlendirdiler.

Oysa İslami taleplere bu mantıkla yaklaşan Batılılar fena halde yanılıyorlardı. Tabii ki, onları tasnifiyle ve tarifiyle kendi uygarlığına bakanlar da yanılacaklardı. Bize göre İslami hareket, modern bir olgu değildi ve olamazdı da. İslami hareketin tarihi imanın tarihiydi. Çünkü İslami hareket, insanlığın değişmez değerleri olan İslam’dan ayrı düşünülemezdi. İslam ise, işte tam da bu anlamda (Kur’ani anlamı budur zaten) kişinin Allah’a karşı duruşuydu ve tarih boyunca duruşunu Allah’a göre belirlemiş her mü’minin “salih ameli” İslami hareketin ta kendisiydi.

İşte bu nedenle, kafir bir kavme sonuna kadar direnen Tufan’ın efendisi Hz. Nuh İslami hareketin üyesiydi. Nemrud’a karşı soylu bir direnişi gerçekleştiren Hz. İbrahim, Firavun’a karşı iman, adalet ve özgürlük savaşı veren Hz. Musa da bu hareketin üyeleriydiler.

Hz. Hüseyin’i harekete geçiren güçle Seyyid Kutub’u harekete geçiren güç arasında, İmam Ebu Hanife’yi muhalif kılan duygularla Said Nursi’yi muhalif kılan duygular arasında, Selahaddin Eyyubi’nin eylem zeminiyle Şeyh Şamil’in eylem zemini arasında ne gibi bir mahiyet farklılığı olabilirdi ki?

Ben, bir İslam peygamberi olan Hz. Musa ile Afrika’nın efsanevi fatihi Musa b. Nusayr arasında ilk illet ve son gaye açısından bir fark olduğunu sanmıyorum. İşte İslami hareketi zamanlar ve zeminler üstü kılan da budur. İslami hareket “salih amel”le eşdeğerdedir bana göre; salih amelin olduğu her yerde İslami hareket yürürlüktedir. Ve her mü’minin olduğu yerde, potansiyel bir biçimde İslami hareket mevcuttur.

Bu kadarla da sınırlı değil. İslami hareketin insan gibi zî-şuur üyelerinin yanında, bir de bî-şuur eşya ve tabiat üyeleri vardır. Yerler, gökler, Nuh’un gemisini yüzdüren su, İbrahim’i yakmayan ateş, Musa’nın asası İslami hareketin bî-şuur üyeleridir. Şuurlu üyeler sıkıştığı zaman, onların yardımına bu iradesiz kardeşleri yetişiverirler. Deprem de dahil, bir takım gayrı iradi hareketlerin de ‘İslami hareketler’ cümlesinden olduğunu düşünmekte bir sakınca görmem.

Graham Fuller, “İslami Hareketler İslam dünyasına değişim getirecek ve köhne rejimleri çökertecek belki de tek temel güçtür” derken, benim kullandığım anlamı gözönüne almıyor. Fakat hangi açıdan bakarsa baksın, İslami hareketin dinozor rejimleri tarihin çöp sepetine yuvarlayacağı tespitini yaparken doğru söylüyor. Bu doğruya ulaşmasının temelinde İslam’la, Hıristiyanlık arasındaki farkı fark etmesi yatıyor. İslam’ın, “her çağa hitap edebilecek, her çağda yeniden üretilebilecek bir ahlaki, toplumsal ve siyasi düzen öngördüğünü, bu nedenle Hristiyanlıktan farklı bir din olduğunu” söylüyor.

Şunları da söylüyor: “İslami bir yeniden yapılanma yaşanıyor ve bu konuda canlı tartışmalar sürüyor. İslami bir devletin ne demek olduğu ve nasıl bir şey olması gerektiği konusunda bir uzlaşma yok. Ancak İslamcılar, çağdaş toplum için İslami metin ve yasalardan yeni anlamlar çıkarma konusunda kararlılar. Genelde İslamcılar kendi toplumları, hatta Batı ülkeleri hakkında sağlam eleştiriler üretiyorlar. Bunda yeni modeller üretmeye kıyasla daha başarılılar.”

Bu cümleler tartışılabilir, ancak şu cümlelerin doğruluğu tartışılamaz:

“İslami yeniden yapılanma uzun vadeli bir süreç. Ancak bugünün hızlı dünyasında, Batı reformlarının aldığı süreden çok daha çabuk gerçekleşecek.”

Her şeyin kendisi yaşarken olmasını isteyen, bunu bulamayınca da iddialarından vazgeçip hırçınlaşan ya da ‘yar bana bir eğlence’ diyerek kendisine “erişkin lunaparkı” arayan yorgun Müslümanlara duyurulur.

( 6 Ekim 1999 )

 

 

Yorum Yaz