İslâm’ın suçu: Kâmil insan yetiştirme potansiyeli (2)

Büyük güçlerin İslam’ı ve Müslümanları hedef tahtasına yerleştirmelerinin arkasında yatan gerçek sebep, “İslam’ın insanı kamil yetiştirme potansiyelidir”.

Doğru ki ne doğru… Bu, insanın ve hayatın kutsalla bağını hoyratça koparan, bununla da yetinmeyip, putları güç, şiddet, seks, para vs. olan gerçek bir çoktanrıcılığı dünyaya dayatan modern uygarlığın İslam’a açtığı savaşın görünmeyen nedeniydi.

Peki, Müslümanlar bu potansiyeli nasıl ortaya çıkaracaklar?

Evet, nasıl? Zira büyük güçler ve onların şunca yıldan beri ithal tohumlarına seralık yapan topraklarımızda yetiştirdikleri “alt kültürleri” İslam’ın bu amacını gerçekleştirmemesi için var güçlerini harcıyorlar.

Eğitimde suyun başını tutup her teşebbüsü ciyak ciyak bağırarak boşa çıkarmaya çalışmalarının sebebi bu. Modernleşme projesinin başından bugüne eğitimde geldiğimiz nokta tam anlamıyla fiyasko. Fiyasko sözcüğü bile yetmez. Yapılan bir milletin genç ve dinamik nüfusunu bile isteye hadım etme operasyonudur. Liselerin tuvaletlerinden cenin toplanması, uyuşturucunun ortaokul seviyesine inmesi onların umurunda değil. İmam Hatip Okullarına takmalarının nedeni de aynı. Kendilerine erdemi ve kutsalı hatırlatan her şeye al görmüş boğa gibi davranıyorlar.

Gördükleri “al” ne? Elbette efendilerinin gördüğü “al”ın aynısı: İslam’ın kamil insan yetiştirme potansiyeli. Ya yetiştirirse! Ya içinde insanlıktan behre taşıyanları İslam’ın yetiştirdiği bu örnekler kendisine çezbederse! Ya gerçek, doğal, iyi, doğru, yararlı ve güzelin çekim merkezi olursa bu örnekler!

O zaman ne deyip saldıracak efendiler ve onların topraklarımızda kurduğu seralarda yetişen alt kültürleri?

Kamil insan yetiştirme potansiyelini bağrında barındıranların kafası çok karışık. Daha kendilerine top yekun savaş açanların gerçekte niçin kendilerini hedef aldığını fark etmiş görünmüyorlar. Düşmanla ağız birliği edip “terör” nanesini birlikte çiğnemelerinin nedeni de bu. Körün köre sıktığı kör kurşun bu, başka değil.

Su bulanık. Onu bulandıranlar içine atlamamız için bize “avcı” olduğumuzu söylüyorlar. İçimizden bazı saflar da aklı sıra av avlayacak ya, bulanık suya balıklama dalıyor. Ve sonuç hep suyu bulandıranların lehine işliyor. Avcı olduğuna ikna edilerek suya sokulanlar ilk önce avlananlar oluyor.

Peki, ne yapmalı?

Hâlâ mı bu soru? Ne yapacağınızı bilmiyorsanız bari düşmanınızın en çok neden korktuğunu doğru tespit ederek ne yapmanız gerektiğini bulun. Yapılacak şey belli: İslam’ın kamil insan yetiştirme potansiyelini açığa çıkarmak. Bunun için elden ne geliyorsa yapmak. Bu konuda gerekli alt yapıyı behemehal hazırlamak ve hazır altyapılara sahip çıkmak. Onları gerekiyorsa ıslah etmek, mümkün değilse yıkıp yeniden inşa etmek.

Bunun için kimseden icazet beklemeye gerek yok. İcazet için gözüne baktığınız resmi zevatın buna yetkisi yok. Çünkü zaten onlar orada icazetle bulunuyorlar. Onların orada bulunmasına icazet verenlerse, kamil insan yetiştirme potansiyelinden dolayı İslam’ı affetmeyip ona savaş açanlar.

Onları mazur görüp görmemek size kalmış bir şey. Ama “Ben bu iman ailesinin bir üyesiyim ve aileme borcumu ödemek istiyorum” diyenlerin mazereti olmasa gerek.

Kamil insan olmanın yolunun üçüncü şahıslarca tıkanamayacağını, bu yolun yolcularının peşinen biliyor olmaları gerek. Gerçekten bu ne kadar güçlü, ne kadar donanımlı, ne kadar iddialı olurlarsa olsunlar, hiçbir düşmanın beceremeyeceği bir şeydir.

Gerisi mi? Gerisini hiçbir gücün kendisiyle yarışamayacağı, Kahhar, Cebbar, Semi, Basir, Alim ve Kebîr olan garanti ediyor, ama tek şartla: “Şüphe yok ki, bireyler kendilerini değiştirmedikçe Allah da onların oluşturduğu toplumu değiştirmez.” (Ra’d, 11).

Değil mi ki kendilerini eğitemeyenler, başkalarını eğitemezler? Değil mi ki içinden aydınlanmayanlar, dışlarını aydınlatamazlar?

Gücü, şiddeti, saldırganlığı, kaynağı belirsiz serveti, haddini bilmezliği, doğaya karşı savaşmayı, kendine karşı savaşmayı, anlamsızlığı, tek dünyalılığın geçici hazzını, sorumsuzluğu isteyenler size saldıranların safına gitsin. Onları safınıza alıp da ne yapacaksınız? Size özdenetimi, erdemi, ahlakı, imanı, haddini bilmeyi, kendisiyle ve doğayla barışık ve tanışık olmayı, çift dünyalılığın derin huzurunu isteyenler gelsin.

Şu kesin: Geçmişte yaşanmış, hatırlayınca gönlümüzü ve gözümüzü dolduran tüm menkıbelerimizi bir kez daha yaşayabiliriz. Eğer yaşamayacaksak, ölümsüz değerlere inanmanın ne ayrıcalığı var?

Yorum Yaz