İslam’ın va’dettikleri

Bu başlığı, İslam’ın insan kazanma yeteneğinin 20. yüzyıldaki en parlak tezahürlerinden biri olan Roger Garaudy’den ödünç aldım.

O aynı adlı eserine “Batı bir karmaşık hadisedir; ortaya koyduğu kültür mesnetsizdir; üstüne üstlük bu kültür çatlamış, bölünmüş, parçalanmış bir kültürdür” tespitleriyle girer.

İmanın ahlaki karşılığı “güven”dir. Biz Müslümanlar “âmentü” demekle iman ettiğimiz değerlere “güvenimizi” ortaya koyarız. O değerlerin ilahi kaynaktan gelmiş sahih değerler olduğunu, onları benimseyene “değer verdiğini”, onları “değerli” kıldığını tasdik etmiş oluruz. Tabi ki o değerlerden uzaklaştıkça, değerimizin azalacağını da zımnen kabul etmiş oluruz.

İnsanlığın değişmez değerlerinin öbür adı olan İslam, insanlıkla yaşıt tarihinde hiç antitez olmadı. Bunu İslam vahyinin zirvesi olan Kur’an’dan öğreniyoruz. Vahyin ilk muhatabına “onlara aldırma”, “onlardan yüz çevir”, “onları boş ver” yollu onlarca hitabını bu yüzden biz zımnen “Gündemini onların oluşturmasına izin verme, sen kendi gündemine bak” şeklinde anlıyoruz. Dolayısıyla İslam kendini “öteki”ne kıyasla tanımlamadı. Çünkü İslam’ın kendini tanımlamak için bir ötekine ihtiyacı yoktu. Bu yüzden ille de bir “öteki” oluşturmak gibi kötü bir alışkanlığı olmadı.

Ama Batının var. Batının “kendini ifade zorluğu” işte bu yamuk tabiatından kaynaklanıyor. Hiçbir büyük dinin Batıdan doğmamış olması, bu yamuk tabiatın bir nedeni mi yoksa sonucu mu, onu bilemem. Bildiğim, Batının bir türlü “ötekisiz” yapamadığı ve kendi varlığını temellendirirken ille de bir “öteki”ne ihtiyaç duyduğu.

Cevabını aradığımız soru şu: Batı neden bu kadar korkuyor? Bu korkunun altında ne yatıyor? Güce bunca yatırım yapmış (basbayağı “ezici güç”ten söz ediyoruz), muhtemel alternatiflerini böylesine sindirmiş ve etkisiz hale getirmiş olmasına rağmen paranoya derecesindeki bu korku neyle izah edilir?

Bunun sebebi sakın “ötekisiz kalma korkusu” olmasın! Eğer buysa, o zaman şöyle düşünülmüş olmalı: “Biri bana “Sen kimsin?” deyince, öteki’mi gösterip “İşte bunun zıddıyım?” diyemezsem, benim halim nic’olur?”

Öyle ya; eğer kimliğinizi ötekinden yola çıkarak tanımlıyorsanız, diğer bir ifadeyle, öteki olmadan kendinizi tanımlamakta acze düşüyorsanız, o zaman ya eski ötekinizi yerinde tutacaksınız, ya da yeni bir öteki yaratacaksınız. Bunun başka yolu yok.

Eğer durum böyleyse, Türkiye’nin AB atağı sadece “Batının içimizdeki devşirmelerini” açık etmekle kalmayacak, Batının bizzat kendisini de “off-side”a düşürecek demektir. İşte bu noktada Garaudy’nin “Batı karmaşık bir hadisedir” sözünü hatırlamak gerek.

Garaudy’nin sözünü ettiği karmaşa tüm boyutlarıyla kendisini gösterecek demektir. Bu durumda korkunun kaynağında sanıldığı gibi “öteki” yatmamaktadır. Bilakis bizzat “beriki” yatmakta, yani açıkça ifade etmese de korkan aslında kendisinden korkmaktadır.

Kendisinden korkmak, ama bunu açıkça söyleyememek. Dahası faturası yanlış adreslere çıkarılmış bir korkunun tutsağı olmak. Mesela şöyle desek, ne buyurulur: Türkiye AB’a hamle yapmakla, korkunun faturasını gerçek adresine iade etme teşebbüsünde bulunmuştur.

Bu mümkündür. Avrupalıların telaşı bu yorumu doğrular niteliktedir. Peki bizdeki bu soğukkanlılık hayra alamet midir? “Görünürdeki soğukkanlılık” demeliydim. Çünkü alttan alta telaşlanan bir kesim var. Pusuya yatmış, kendisine gün doğmasını bekleyen, 80 küsur yıldır bu ülkenin kaymağını yiyen kesim. Onların derdi belli. Bence şu anda en merak edilen fotoğraf, bu zümrenin yüz renklerini ele veren fotoğraflar olmalı. Acaba “Kendim ettim kendim buldum” şarkısını mı söylüyorlar, yoksa “Seninle kavlimiz böyle miydi Zeynebim” türküsünü mü?

Gerçek Hayat Avni Özgürel ile söyleşi yapmış. Derginin “Ordu mensupları arasında Amerika’nın Felluce’deki katliamıyla ilgili olarak “Cami Cemaati nerede?” lafları ediliyor” hatırlatmasına Özgürel şu cevabı veriyor: “Evet. Suat İlhan’ı dinledim daha dün akşam. “Biz Müslüman Türkler?” diyordu. Bu asker emeklilerinin akılları başlarına emekli olunca geliyor galiba. Fark ettiler bazı şeyleri. /../ “Biz nerede yanlış yaptık?” diye düşünmeye başlamış gibi askerimiz?”

Ba’de harabi’l-Basra! Müslüman milyonların gönlü Basra’dan da, Felluce’den de daha harap halde. Zaten hiçbir hata da telafi edilmiş değil. Böyleyken Özgürel’in “Ama bu müsbet gelişmenin üstüne gitmemeliyiz, bunu kaşımamalıyız. Çünkü ters tepebilir” sözlerinin karşılığı ne? Yok. Zaten “ters tepmek”ten söz edilen bir yerde “özeleştiriden, hatadan dönmeden” falan da söz edilemez.

Derinden endişelenen marjinal kesimlere rağmen büyük yığınların olayı soğukkanlılıkla karşılamasının nedenlerinden biri de bu. Yani kendisine tepeden bakan zümrelerin telaşından, kendi lehine bir şeyler olduğu sonucunu çıkarıyor Müslüman yığınlar. Yediği sopaların izi hâlâ sırtında duruyor.

Şunu biliyor: Kendisini içerinin de dışarının da ötekisi yapan şey “korku”dur. Bu korkunun yersizliğini içeridekilere anlatmak imkansız gibi bir şey. Belki dışarıdakiler anlar beklentisi oluşturuyor bu soğukkanlılığı.

İslam’ın va’dettiklerine sıra gelmedi. Nasipse bir başka yazıya.

 

Yorum Yaz