İsra ve Miraç: Risalet sancağının İsrailoğullarından teslim alınmasıdır

Sorumluluğunun bilincinde olan “insan”ın, yüreğinin çeperlerine tutunarak, ruhunun imkanlarıyla manevi yücelişini sembolize eder “Miraç”.

Miraç, “yükselmek, yukarı çıkmak, yücelmek” anlamına gelen uruc kökünden gelir. Tarihsel olarak ne zaman gerçekleştiği, kaç kez vuku bulduğu ve mahiyeti bizce meçhul olsa da, amacı net ve açıktır: “Linuriyehu min âyâtina: Hakikate atıf olan sembollerimizden bazılarını göstermek için…” (17:1)

Çünkü insan idraki, Mutlak Hakikati, semboller ve atıflar (ayetler) aracılığıyla kavramaya daha elverişlidir. Ne ki, bu sembol ve atıfları “okumak” için bir uruc, bir çıkış, bir derinliğine ve dikeyine hicret gereklidir.

Hz. Peygamber’in miracı, onun şahsında, insanın “imkanlarının” insana gösterilmesinden başka bir şey değildi. Ruhani yetenekler yardımıyla bu imkanların kullanılması halinde, eşyanın, zamanın ve mekanın kısıtlayıcı ve baskıcı ortamından ruhun özgür iklimine kanat çırpışın yolları gösteriliyordu. İşte bunun için Hz. Peygamber, bir “esas duruş dinamiği” olan namazı “mü’minin miracı” olarak niteliyordu.

Öyle ya, tüm namazlar, bir namazı bulmak için değil miydi; miraç olan namazı? Bunun anlamı, miracın sembolize ettiği hakikatle namazın sembolize ettiği hakikatin aynı olmasıydı: İnsanın, kendisini çepeçevre kuşatan zindanlardan kendi kendisini azad etmesi.

Huruç istikametini ruhunun özgür ufuklarından yana yapan insan, imkanlarının bittiğini sandığı en dar ve zor zamanlarında, hiç kullanmadığı yedek ama bitimsiz imkanlarının olduğunu fark ediverecektir. Organizmanın, olayların, zamanın ve mekanın kıskacında kıpırdayamaz hale geldiğinde, kuşatılamaz ve tutuklanamaz olan aşkın boyutunu kullanması halinde “imkansız” dediği bir çok şeyin “mümkün” olduğunu, “olabilemez” dediği birçok şeyin “olabilirliğini” keşfedecektir.

Her miraç bir sınavdır. Tıpkı Hz. Peygamber’in miracının hem kendisi hem de etrafındakiler için bir sınav olduğu gibi. Miraç, sınav özelliği sayesinde kazandırır “sıddîkları”. Her miraç bir “insan eleği”dir; sadıkı kâzipten, dostu düşmandan ayırır.

Miraç, bir görev tekmilidir. Sorumluluğunun bilincinde olanlar ve onu yerine getirenler sorumlu oldukları makama “tekmil/hesap vermek” için can atarlar. Sorumsuzların hesap vermeye can attığı nerede görülmüş? Onların adetidir hesaptan kaçmak. Çünkü sorumluluklarını yerine getirmemiş, hak ve yükümlülüklerine sahip çıkmamıştır.

Bütün bu özellikleriyle, her miraç bir “ödül töreni” bir “teselli mükafatı”dır. “Sevgi” eksenine oturtulmuş bir insan-Allah ilişkisi, aşk ehlinin “gülden terazi yaparlar/gül ile gülü tartarlar/gül alırlar gül satarlar/çarşı pazarı güldür gül” dediği gibi; zahmeti aşk, sorumluluğu aşk, hakkı aşk, görevi aşk, ödülü aşk, teşekkürü aşk olan bir “muhabbet kaynağı” olur.

Miraca ilişkin tarihsel bilgilerimizden birçoğu, daha sahabe tarafından tartışılmıştır.

Hz. Aişe, ünlü “üç şeyi söyleyen Allah’a iftira etmiş olur” hadisinde, “kim Muhammed Rabbini gördü derse Allah’a iftira etmiş olur” der. Ona ve sahabi İbn Mes’ud’a göre Hz. Peygamber’in Necm suresinde gördüğü aktarılan Melek Cebrail’dir. Necm Suresi dikkatle incelendiğinde, Hz. Aişe’nin ve onun gibi düşünenlerin yaklaşımı doğruya daha yakın görünmektedir. Kaldı ki, Necm suresinde aktarılan gaybi müşahade olayının, İsra ve Miraç’tan ayrı ve daha önce olması da muhtemeldir.

İsra Suresi’nde yer alan “el-Mescidu’l-Aksa”nın, Hz. Peygamber’in dilinde genellikle “îliyâ” (İbranice Eliya) olarak anılan Kudüs’te yer alan “Mescidu’l-Aksa” mı, yoksa “Kâbe’nin Arş’taki aslı olan” ve bir rivayette meleklerin tavaf ettiği “el-Mescidu’l-Aksa” mı olduğu tartışması, Muhammed Hamidullah’ın parantez açıp da kapatmadığı bir tefsir problemi olarak durmaktadır.

Bakara suresinin son ayetlerinin miraç gecesi verildiğini söyleyen rivayetin, adı geçen surenin Medine’de indiğinde kimsenin ihtilaf etmediği göz önüne alınırsa, sorunlu bir rivayet olduğu ve paranteze alınması gerektiği anlaşılacaktır.

Tarihsel miracın yeri ve zamanı gibi “nasıl gerçekleştiği” de tartışılmıştır. Başta Hz. Aişe olmak üzere bazı seçkin sahabilerin de söyledikleri gibi bu Hz. Peygamber’e teselli olarak verilen “ruhani bir müşahade” olayıdır. Bu müşahadenin Hz. Peygamber’in hayatında bir kez değil birkaç kez yaşanmış olması kuvvetle muhtemeldir.

Aslolan, miracın tarihsel olarak zaman, mekan ve mahiyetinin sırrına ermek değil, miracın bu ümmete verdiği engin mesajı her bir mü’minin ruhunda hissetmesi ve kendi miracının zeminini hazırlayarak onu gerçekleştirmesidir.

Bir Miraç gecesine daha esaret altında bir Kudüs’le girmek… İşte İsra suresinde, neden İsra ve Miraç’la ilgili ilk ve tek ayetin hemen ardından Müslüman İsrailoğulları’nın Yahudileşme sürecine dikkat çeken ayetlerin geldiğinin ipuçlarını arayacağımız nokta.

Bu acı gözbebeklerimize oturmuşken, bu yazıyı tebrikle bitirmek gelmedi içimden. Fakat bir Kudüs aşığının Mirac’ının tebrik etmeme izin verin; Nureddin Şirin’in:

Miracın kutlu olsun zindanı miracına basamak kılan Sevgili Nureddin!

( 5 Kasım 1999 )

 

Yorum Yaz