Kabe’nin çağrısı

MEKKE: “Lebbeyk Allahümme Lebbeyk?” (Buyur Allah’ım buyur! Ortağın yok Senin; emrine âmâdeyim, buyur! Hamd Sana, nimet Senden ve mülk Senin! Eşin, benzerin, ortağın yoktur senin!”)

Kâbe’nin çağrısı Allah’ın çağrısıdır. Zira Kâbe Beytullahtır: İnsanlığın ilk mabedi, yeryüzünün atan kalbi, arzın arş rahminden beslendiği manevi göbek bağı…

Sözlü geleneğe göre, magma halindeki yeryüzünden ilk soğuyan yer Kâbe. Buzul çağının ardından ilk çözülen yer Kâbe. Bir yoruma göre, Tur suresinde adı geçen “el-Beytu’l-Ma’mur” un yeryüzündeki izdüşümü. İnsanoğlunun kalbi taş kesmesin diye taşın kalbe kestiği merkez?

Rivayet olunur ki, insanoğlunun sembol atası Âdem ve eşi “cennet”teyken, arşın Kâbesi Beytu’l-Ma’mur’u tavaf eden meleklerin tesbihi ile mest olurlarmış. Ne zamanki iradenin dünyasına “inmişler”, o seslerden mahrum kalmışlar. Varlıklarını gözlerinden yaş diye akıtmışlar. En sonunda ilahi affa mazhar olmuşlar. Fakat içleri hep burukmuş. Çünkü meleklerin tesbihatını çok özlemişler.

En sonunda Allah, Âdem’e yeryüzünde bir Kâbe inşa etmesini, Âdemoğlunun bu Kâbe’ye tavaf etmesini emretmiş. Bu yolla Allah, hem Âdemoğluna olan özel rahmetini göstermiş; hem “Biz Seni hamd ile tesbih ve takdir edip dururken, Sen yeryüzünü fesada verecek orada kan dökecek birilerini mi yaratacaksın?” itirazına cevap vermiş, hem de “Sizin bilmediklerinizi Ben bilirim” hitabının sırrını öğretmiş.

O gün bugündür Kâbe, insanlığın özgürlük ve güvenlik sembolü olmuş. Hz.İbrahim’in çağrısı, binyılların ötesinden yankılanarak milyarların yüreğine ulaşmış. İşte bu yüzden insanoğlunun Kâbe’nin çağrısına koşması, gurbete değil ilk sılaya koşmasıdır. Baba ocağına, ana kucağına kavuşmasıdır. İşte bu yüzden hac, insanoğlunun ilk sılasına vefa borcudur. Kur’anın “Ona bir yol bulabilen herkes için beyti haccetmesi, Allah’ın insanlık üzerindeki hakkıdır” buyurmasının sebebi de budur. Ayetteki anahtar “insanlık üzerinde” ifadesidir. Hac çağrısı, mü’minin “insanlığına” yönelik bir çağrıdır.

Hac, “rahme” yürüyüştür; bu, hem ilahi rahmetin her annedeki tecellisi olan “anne rahmine”, hem de o rahmi yaratanın merhametine yürüyüş anlamına gelir. Ancak bu rahme/rahmete ermek için “marifet” kapısından girmek şarttır. O kapı Arafat’tır. O kapıdan giren kaybettiğini bulur. O kayıp “Havva”da sembolize edilmiştir.

Herkes Âdem’dir ve her Âdem yitiğiyle buluşmalıdır. Bunun için marifet kapısı tevbe tokmağıyla vurulmalıdır. O kapıdan giren, özüyle karşılaşacaktır. Bu yüzden Arafat, kişinin kendisiyle biliş olma, tanış olma halidir. Değil mi ki şahdamarından yakın olana ulaşmak, önce şahdamarına ulaşmaktan geçer.

Marifet kapısından giren, Meş’ar’da şuura erer. O artık dostunu, düşmanını tanımıştır. Ancak o zaman mina’da şeytanı taşlayabilir. Şeytan taşlama, günahla aynılaşmama, günahı kendinden bir parça görmeme, günahkârla günahı ayrıştırma ameliyesidir.

Artık mümin teslimiyetini fiilen ifade edebilir. Kurban budur. Yolculuk tamamlanmış, sözleşme yapılmış, iş büyük imzaya kalmıştır. Tavaf, o imzanın adıdır. Kainata mensup olma ifadesi, kozmik koroya katılıp, atomdan evrene, zerreden küreye bütün bir varlığın ilahisine katılmadır.

Kâbe’nin çağrısı sürüyor. Bu çağrının gücünü bir görseniz, aya karşı uluyan çakallara gülüp geçersiniz; inanın buna!

Yorum Yaz