Kadir ve napalım

Kur’an vahyinin inmeye başladığı gece Kadir Gecesi. Bir ömre bedel bir gece olduğunu söylüyor Kadr Suresi.

İşgalci ABD, gökten ayetlerin indiği geceyi seçmiş Felluce’yi kan gölüne çevirmek için. Gökten bombalar iniyor. Birer kitle imha silahı olan Napalm ve Misket bombaları… Düştüğü yerin etrafındaki 500 metre içerisinde canlı bırakmıyor. Çocuk yetik, savaşçı sivil, kadın erkek, genç ihtiyar ayırmıyor.

Bir ömre bedel bir gecenin bereketinden pay almak için ellerini açan Felluce’lilerin ellerine bombalar düşüyor. Tam da teravih vaktinde, camiler tıklım tıklım doluyken. İlk bombalanan yer hastane, ikincisi cami oluyor Felluce’de.

ABD Allah’a nispet yapıyor: “Sen ayet indirdin, bense bomba: Hangimizinki daha etkili?” dercesine. “Sen sözün gücünü kullandın, bense gücün sözünü” dercesine. Tıpkı Musa’nın karşısındaki Firavun gibi “Sen var ettin, bense yok ediyorum: Rabbiniz benim” dercesine?

Ve bunun adı “savaş” oluyor.

Ve bunu yapan “gelişmiş”, “ileri” oluyor. “Muasır medeniyet” diye yutturuyor birileri zavallı ülkemin zavallı halkına. “Seviyesine” (!) gelmek için çırpındığımız, bu uğurda dilimizden yazımıza, kıyafetimizden takvimimize, kimliğimizden kişiliğimize, geçmişimizden geleceğimize, her bir şeyimizi verdiğimiz “muasır medeniyet”?

ABD, bin aydan daha hayırlı bir gecede biner biner öldürüyor. “Kur’an’a inananların kadr-ü kıymeti olmaz” dercesine. “Bininizin canı bir para etmez” dercesine. Namlusunun ucuna haç takılmış tanklarıyla öldürüyor, kokpitine haç asılmış uçaklarıyla öldürüyor.

Din bu değil. Dindarlık bu değil. İslam’ın tahrif olmuş birer formu olan Hristiyanlık, Yahudilik bu değil. İnsanlık bu değil. Hayvanlık bile bu değil. En vahşisi yiyeceği kadar öldürür. Soyunu kurutmaz. Karnı doyunca gözü de doyar.

İlk haçlı seferiyle bu sonuncusu arasında ne fark var? Hiç. Bundan 800 yıl önceki Haçlıların marifetini görgü şahidi Haçlı kronikçi Raoul de Caen not etmiş: “Maarra’da bizimkiler (Haçlılar) yetişkin putperestleri (Müslümanlar) diri diri attıkları kazanlarda kaynatıyorlar, çocukları şişe geçirerek yiyorlar.”

Yine Maarra Kuşatmasına bizzat katılmış olan Frenk kronikçi Albert d’Aix diyor ki: “Bizimkiler yalnızca öldürülmüş Türk ve Müslümanları değil, köpekleri de yemekten iğrenmiyorlar.”

İlkiyle sonuncusu arasındaki fark ne? Suriye’nin Maarra’sıyla Irak’ın Felluce’si arasındaki fark ne? Kaynar kazanlarda Müslüman haşlayanlarla kimyasal silahlarla katliam yapanlar arasındaki fark ne?

Mahiyet farkı yok, bakış açısı farkı yok, yaklaşım farkı yok. Tek fark “teknoloji” farkı. İlk Haçlılar çocukları birer birer öldürüyorlardı, son Haçlılar çocukları yüzer yüzer öldürüyor.

Hep söyledim, şimdi de söylüyorum ve bundan böyle de söylemeye devam edeceğim: Bugün olanları geçmişte olup bitenlerden bağımsız değerlendirirsek hiçbir şey anlayamayız. Bağdat’ı İstanbul’dan, Şam’dan, Kahire’den ayrı değerlendirirsek, hiçbir sahici tahlil yapamayız. Bütünü göz ardı eden her parçacı yaklaşım bizi yanlış yere götürür.

Bu topraklarda son yüzyılda Batıcı seçkinler aracılığıyla zorla uygulanan “modernleşme projesi” ile, halkının çoğunluğu Şii bir Irak’ın sözüm ona Sünni bir diktatörlüğün pençesinde inletilmesi, yine halkının çoğu Sünni bir Suriye’nin müfrit Şii bir diktatörlük tarafından yıllarca sindirilmesi (25 bin kişinin canına mal olan Hama katliamını hatırlayın) projesi bir bütünün parçalarıdır.

Sudan’a saldırı için bu günlerde bahane olarak kullanılan Darfur sorunu, Sudan-Mısır arasında sürekli gerginlik sebebi olan “üçgen”, Irak İran arasında Nizalı Fav Bataklığı, yine Bahreyn İran arasında sürekli didişmenin nedeni Eb Musa Adası, Hindistan Pakistan arasındaki Keşmir sorunu, Suudi Arabistan Yemen arasındaki sınır sorunu, Türkiye Suriye ve Irak Arasındaki Hatay ve Musul sorunları…

Bütün bunlar ve daha sayamadıklarımız aynı projenin bir parçasıdırlar.

Dün Maraş’ın, Urfa’nın, Anteb’in başına gelen, bugün Felluce’nin, Ramadi’nin, Bağdat’ın başına gelmektedir. Maraş’ı “Kahraman Maraş” yapan, Urfa’yı “Şanlı Urfa” yapan, Antep’i “Gazi Antep” yapan ruhla Felluce’de, Ramadi’de, Bakuba’da direnen ruh aynı ruhtur.

Ama ne oldu? Bu topraklarda işgalci düşmanların öldüremediği bu ruh yerli işbirlikçiler tarafından tutsak edildiği için Sütçü İmam’ın uğruna savaştığı örtüye savaş açılabildi. Felluce, Ramadi, Bakuba ya da Kudüs, Gazze, Grozni bir gün gelir işgalcileri kovar. “Kahraman Kudüs”, “Gazi Gazze”, “Şanlı Grozni” olur. Bundan hiç endişem yok. Asıl endişem, bugün onları kahraman, gazi ve şanlı yapacak direnişin ruhuna gelecekte yapılması muhtemel ihanetlerdir. Bu ülkenin son yüz yılına baksınlar, ibret ve tedbir alsınlar.

TAZİYE: İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râci’un. Arafat öldü, Allah bakidir. Allah taksiratını affetsin. Filistin ve Kudüs davası Arafat’ın değil bir buçuk milyar Müslüman’ın davasıdır. Yeni lider profiliyle Filistin davası yepyeni bir kulvara girecektir.

Yorum Yaz