Kadrolaşmazsanız altınızı oyarlar

İki yıldır yaz aylarını, İstanbul’a mücavir bir ilimizin kırsalında geçiriyorum.

“Bir yaşıma daha bastım” derler ya, ben de burada yaşadıklarımla, bir yaşıma daha basıyorum. Son yaşadıklarım bana şunu öğretti: İpinin ucunu bürokrasiye kaptıran bir iktidarın altı oyulur.

İl valisi, elli yılın ihmali ve mevzuat eksikliği yüzünden oluşan kaçak yapılaşmayı önleme çerçevesinde 300 yakın meskeni, birinci derecede kıyı koruma bölgesine dahil olduğu için yıkım kararını devreye sokar.

Buraya kadar her şey normal. Validir, görevidir. Elbette imar mevzuatına uygun yasaları uygulayacaktır. Fakat kazın ayağı hiç de göründüğü gibi değildir. Bir kere söz konusu yerde yenice kurulan ilin üniversitesi yasak bölgede kurulmuştur. Yine aynı bölgede devlete ait sağlık kuruluşları vs. gibi binalar yükselmeye devam etmektedir. Bu duruma şimdiye dek göz yuman, önüne imza için gelen tüm haklı yıkım kararlarını önceki hükümet döneminde geri çeviren vali, Ak Parti hükümeti döneminde hiçbir yıkım kararını geri çevirmeden imzalamaktadır. Kendisine “Şimdi bu da nereden çıktı?” diye tepki gösterenlere ne cevap verse beğenirsiniz: “Siz elinizle ettiğinizin cezasını çekiyorsunuz?”

Bölge halkının “eliyle ettiği” neymiş?

Bunu bilmeyecek ne var? Ak Parti’ye oy vermiş ve onu iktidar yapmış. Ak Parti’nin bürokratı olan bir mülki amir, aklı sıra iktidarın altını oyuyor. En haklı kararları dahi polemikçi bir üslupla tartışmaya dönüştürüyor. Ardından mağdurlara gerçek suçlunun adresini gösteriyor: İktidar partisi…

Bir de bizzat benim yaşadığım yine bir imar vakası var. Tapulu bahçeme prefabrike bir bina konduracağım. Bahçemin bulunduğu arazi köy yerleşim sınırları içerisinde. Yani anlayacağınız prefabrike bir konutla “köylü” olacağım. İlgililere “Köydeki tapulu bahçemize prefabrike bir konut yapmak için resmi bir prosedür gerekir mi?” diye sordum. “Yok” deyip eklediler: “Burası köy yeri, araziniz de köy sınırları içinde, köy muhtarlığına bir teberruda bulunursunuz olur biter.” Biz de bunu yaptık, fakat yakamızı kurtaramadık.

Ben yokken İmar Müdürlüğü’ne mensup bir ekip köye geliyor. Köyde benimkinin durumunda onlarca konut var. Fakat İmar Müdürlüğü’nün aslanları ille de benim prefabrike evimin peşinde. Astronomik bir ceza yazıyorlar. Üstelik daha önceden bildirimde bulunmaları gerekirken bunu da yapmıyorlar. Bu bir. İkincisi, aynı durumdaki birçok binanın -üstelik onlar betonarme- içinden canlarının istediğini seçiyorlar. Üçüncüsü, cezada bile ayrımcılık yapıp kimine minimum cezayı uygularken kimine maksimum miktarı konduruyorlar. (Daha sonra sebebini sorduğumuzda bir yetkili şu ciddi açıklamayı yaptı: “Devlet tuttuğunu öper”!)

Türkiye standartlarında buraya kadarını da normal bulabilirsiniz. Fakat önceki hükümetin ideolojik yandaşı bulunan memurlar kendilerine bu itirazlar iletildiğinde komik bir biçimde tüm sorumluluğu İktidar partisine atıp imalı imalı gülüyorlar. Daha sıkıştırınca kel alaka bir cevap bile verebiliyorlar: Hükümet yüzünden her şey altüst olmuş!?

Sorunu, konunun en yetkili kişisine götürüyorsunuz. Onun da günah keçisi hazır: “Beceriksiz hükümet yüzünden oluyor bütün bunlar.”

Sorunu bire bir yaşamasam, bu ülkede beceriksiz, hantal, tembel ve ideolojik grupların çiftliği haline gelen bürokrasinin, bir iktidarın altını böylesine dehşet oyabileceğine asla inanamazdım.

Konu bir kez ilgimi çekti ya, yakın ve uzak çevremin yaşadıklarıyla da ilgilenmeye başladım. Onların devlet dairelerinde başlarına gelenleri dinleyince, benim yaşadığımın onlarınkinin yanında solda sıfır kaldığını gördüm.

Vatandaşın en haklı taleplerine, önceki ideolojik kadrolaşmanın artığı olan memurlar göz göre göre ayak sürüyorlardı. Ak Parti iktidarının çiftçiyi desteklemek için çıkardığı yasalar bile, köylüyü canından bezdirme aracına dönüştürülebiliyor.

Zavallıların hikayelerini dinlediğinizde, başarılı bir iktidarı başarısız kılmak için garezkâr bir muhalefete ihtiyaç olmadığını, beceriksiz ve gönülsüz memur ve bürokrat takımının bu işi pekala becerebildiğini siz de hayretle göreceksiniz.

Bir kez daha anlaşılıyor ki, bir ülkede siyasetçilerin gayret ve başarısı tek başına o ülkenin huzur ve refahı için yeterli olmuyor. Bu gayretin, adına “devlet” denilen aygıt içinde yer alan tüm kademelere sirayet etmesi gerekiyor.

İşte bu nedenle, “Ak Parti kadrolaşmalıdır” diyen Mustafa Karaalioğlu haklı bir teklif ve tesbitte bulunuyordu. Ne ki, bir şartla: Liyakatsizliğini ideolojik kimliğiyle, ehliyetsizliğini laf cambazlığıyla, beceriksizliğini şark kurnazlığıyla, tembelliğini cazgırlığıyla örten mevcutların yerine, gerçekten liyakat, ehliyet, gayret ve adalet duygusu taşıyan şahsiyetleri geçirerek.

Siz de diyebilirsiniz ki: Böyle taşa böyle tarak; bu sistemin yetiştirdiği insan kumaşının kalitesi de işte bu kadar olur?”

“Siz de haklısınız” derim. Boşuna dememiş Hz. Peygamber “Nasılsanız öyle idare olunursunuz” diye.

Öyle de, biz yine de iktidarı uyaralım: Siz oralarda bir şeyler yapmak için çırpınırken, sizin sorumluluğunuz altındaki birileri sizin altınızı oyuyorlar, haberiniz olsun.

 

Yorum Yaz