Kafalar çok karışık, çook!

Üzeyir Garih’in şaibeli ölümü üzerine konuşulmaya başlanan gerçekler, bu ülkede kafaların ne kadar karışık olduğunu bir kez daha ortaya çıkardı.

Toptancı laik akıl bu işten hiçbir şey anlamadı.

Onun işi toptancılıktı. Ya toptan süpürüp almalıydı, ya da toptan süpürüp atmalıydı.

Dikkat ederseniz, “Tayyip Erdoğan değişti mi değişmedi mi?” muhabbetinde de, aynı havayı çalıyorlardı. Tabi ben samimi olanlarını kastediyorum. Samimi olmayanlar mı? Onlar kimin adamı olduklarını, kimin hesabına çalıştıklarını kendileri daha iyi bilirler.

Bu arada “iktisat” eğitimi alıp da “inkılap” üzerine döktüren Toktamış Ateş gibilerini de ter bastı. Bu ülkede birazcık tarihle ilgilenen herkesin bildiği “toptan imha” planlarını kimlerin yapıp kimlerin önlediği, malumu ilam kabilinden yeniden gündeme taşındı. Tıpkı Altan’ın dile getirdiği 31 Mart olayının, müslümanların sırtına yıkılan bir provokasyon olduğunu dile getirişi gibi.

Galiba bu ülkede birileri, hâlâ tarihin yazılabilirliğine değil de “bozulabilirliğine” bel bağlıyor. Tarihi resmi görüş istikametinde tahrif ettiniz, buna eyvallah… Fakat ne zamana kadar?

Ne yalan söylemeli; tahrif edilmiş kurgusal tarih yazımının tufasına, bizim gibi tarihi ciddiye alanlar bile gelebiliyor bazen. Ben Menemen’de asılan Yahudi esnaf Haim oğlu Josef’in, esrarkeş Mehmed’e ip sattığı için asıldığını sanırdım.

Pek safmışım meğerse. Hem bu, benim kusurum da değil; çünkü mahkeme kararının metnindeki imadan bu anlaşılıyor. Fakat, yine de kendimi kusurlu sayıyorum. Çünkü yeryüzü haritasından silinmekten son anda kurtulan Menemen’in üzerine çarpı işareti çoktan konulmuştu. Çünkü Menemen halkı sisteme olan muhalefetini yeni kurulan Serbest Fırka’ya verdiği destekle dile getirmişti. Devlet partisinin ilçeye gelen heyetini yuhalamıştı.

Sözümona “İrticai ayaklanma”da, Haim oğlu Josef adlı Yahudi bakkalın işi ne?

Bu ülkedeki Yahudi kökenli Sabataistler, İslam’a karşı savaşın her dönemde başını çekerken, bir Yahudi nasıl olur da “İrtica”ya destek verir?

Evet, Üzeyir Garih’in Küçük Hüseyin’in ve Fevzi Çakmak’ın mezarının başında işi neyse onun işi de o. Meğer Menemenli Yahudi Josef, ateşli bir Serbest Fırka taraftarı değil miymiş? Bu yanlışımı, sağ olsun yakın tarihin özellikle gizlenmiş sayfalarını çevirmedeki ustalığıyla tanınan Yahudi araştırmacı Rıfat Bali düzeltti. Kendisine o gün bu gündür minnettarım.

Bu ölüm münasebetiyle, toptancı aklın sahibini düşürdüğü tuzağı bir kez daha gördük.

Müslüman aklının en bariz vasfı “mümeyyiz” olmasıydı; yani “seçip ayıran, ayıklayan, farkı fark eden” bir akıl…

Kur’an Mekke putperestlerinin toptancı aklını yerden yere vuruyordu. Onlar, daha dün en iyi (el-Emin) dedikleri kişiye, yerleşik düzenin işine gelmiyor diye bugün “en kötü” diyorlardı.

Hz. Peygamber Safa ile Merve arasında sa’yi müslüman haccının bir rüknü olarak yapınca, onlar bunu kendilerini taklit olarak anlayacaklardı. Kur’an onların toptancı aklına cevaben Safa ile Merve arasında sa’yin Allah’ın sembollerinden olduğunu dile getirecekti. Yani Hz. İbrahim’den kalmış olan bu ibadeti müşrikler de yapıyor diye süpürüp atmayacaktı.

Bakmayın bizim tümünü bir çuvala doldurup, üstüne çizgi çektiğimize. Kur’an bu tip bir aklı reddetmişti. Onun içindir ki aklını vahyin inşa ettiği Peygamberimiz ikisi de amcası olduğu ve ikisi de iman etmediği halde, Ebu Talib’le Ebu Leheb’in arasını hep ayırmış, bu ikisini hiçbir zaman aynı kefede değerlendirmemişti.

Yine Kur’an kitap ehlinden söz ederken, aynı zamanda muhatabında mümeyyiz bir akıl inşasını gerçekleştiriyordu. Mesela diyordu ki “Kitap ehlinin hepsi bir değildir”. (3.113) Yine diyordu ki: “Kitap ehlinden öyleleri vardır ki kendilerine bir hazine emanet etsen (kuruşuna dokunmadan) iade ederler; öyleleri de vardır ki tek bir dinar emanet etsen, tepesine dikilmedikçe sana geri vermez.” (3.75)

Şahsiyetini vahyin inşa ettiği Peygamberimiz, hanif bir şair olduğu halde İslam’a mesafeli durduğu için sahabe tarafından “Allah düşmanı” olarak adlandırılan Ümeyye b. Ebi’s-Salt es-Sekafi için “Onun şiiri müslüman olmuştu” demişti. Bu, işte budur seçip ayırmak, temyiz etmek, süpürmemek.

Ya aklını ve kişiliğini vahyin inşa etmediği günümüzün müslümanı Muhayrık olayını nasıl anlasın? Tüm ilk otoritelerin aktardığına göre Muhayrık, Medine’nin varlıklı Yahudi bilginlerindendir. Uhud savaşı öncesinde Rasulullah’a gelir ve kendisinin safında savaşma izni ister. Rasulullah izin verir. Muhayrık, savaş meydanında, oradaki insanları da şahit tutarak şu ilanı yapar: “Eğer bu savaşta ölürsem, bütün mallarımın tasarrufu Muhammed’e aittir. O bu malları Allah’ın gösterdiği yere sarfetsin!” Savaşır ve öldürülür.

Ünlü siyer otoritesi İbn Sa’d Tabakat’ında “Öldüğünde o hala dini üzereydi” (vehuve ala dinihi) diyor. Yine ilk otoritelerden Vakıdi ve İbn Hişam, “Müslüman oldu” değerlendirmesini yapmışlar. Anlaşılan o ki, ilk siyer otoriteleri durumu adlandırmakta zorlanmışlar. İbn Sa’d’a göre Muhayrık’ın cesedi müslüman şehitlerinin yanına gömülüyor, fakat üzerine namaz kılınmıyor.

Rasulullah’ın onun vefatı ardından söylediği şu sözü, yukarıdaki siyer kaynaklarıyla birlikte hadis kaynaklarında da görüyoruz: “Muhayrık, Yahudilerin en hayırlısıdır.” Gel de bu işi toptancı, süpürücü ve mümeyyiz olmayan kafalara anlat!..

Elhasıl, kafalar çok karışık, çook!

 

Yorum Yaz