Kafirler istemese de Allah kamusal alana girer

Ekranda görünen yüz, kadınlığın bütün masumiyetini kaybetmiş. Hani dinle imanla alakası olmaz ama yine de kadınlara özgü bir zarafet, nezaket, şefkat ve letafet olur, değil mi? Gördüğüm yüzde bunlardan da eser yok.

Aksine erkeksi bir yüz. Nezaketle derdini anlatmaya çalışan salondaki başörtülü öğrenciye yiyecekmiş gibi bakan bu hırçın bayan, gazeteciymiş. İki soyadından biri ecnebiymiş. Ecnebi yanını gizlemek için o soyadını “G.” (=G nokta) şeklinde yazıyormuş.

G nokta, Osmanlıya pozitivizm lağımının aktığı Paris’te yaşıyormuş. Ara sıra Türkiye’ye gelip Müslüman mahallesinde domuz satmak diyebileceğimiz bir biçimde bu halkın dinine imanına saygısızca sözler edip gidiyormuş. Ben tanıyanların yalancısıyım.

Bayan G nokta fena halde saldırgan. Hem de pek fena. Tükürür gibi konuşuyor. Seyredene (“dinleyene” değil, çünkü dinlemeye değer bir şeyler sadır olmadı fem-i felaketinden) tiksinti veren bir küçümseme seziliyor her halinden. Yani bu milletin bir şey sanıp omzuna alınca, oradan kendisini sırtlanan milletin tepesine yestehleyen mütegallibe güruhunun bir asırdan beri yaptığı gibi.

Bayan G noktanın yüzünün derisi boya, badana ve kırışıklarına rağmen çekilebilir. Ama o derinin altında bir başka yüz daha varmış gibi geldi bana. Oldukça neşe kaçıran ve dudak uçuklatan bir yüz.

Neyse. Allah her gün görene sabırlar versin. İşte bu Bayan G nokta tükürür gibi konuşuyordu ekranda. Bir ara salondaki başörtülü kıza cevap yetiştirme sadedinde “Kamusal alana Allah’da giremez” demez mi?

Gayr-ı ihtiyari tebessüm ettim. “Nerede o eski kâfirler!” dedim kendi kendime. Hiç olmazsa Allah’a karşı inkarlarında samimilerdi. İnkar eder, açıkça söylerlerdi.

Mesela Firavun. Hz. Musa’ya inen ilahi mesaja karşı çıktı ve bu uğurda öldü. Firavun olarak lanetle öldü, ama öldü. Mesela Ebu Cehil. Allah Resul’üne karşı savaştı ve öldü. Şimdi mekanı milyonların tuvaleti oldu. Ama doğruya doğru: A-dam küfrüne sadıktı. Bedel ödedi en azından.

Bugünküler mi?

Bunların inkarı bile dandik. Ahbab-çavuş hesabı kendilerinin çalıp kendilerinin oynadığı bir avuç kafadarın doluşturduğu salonlarda inkarcılık mı yapılır? İlle de inkarını ilan etmek istiyorsan çıkarsın mertçe halkın arasına orada ilan edersin. Sıkmaz mı? O zaman gelirsin bir “kamusal alana” orada küfredersin. Nasıl olsa “kamusal alana Allah giremez” (!)

Yok. Bunlardan hiçbir şey olmaz. Çünkü inkarlarını, dürüstçe yapmıyorlar. Sadece kapalı kapılar ardında küfrediyorlar. Bir tek başörtülü kızcağız bile vücut kimyalarını bozmaya yetiyor. Akılları şaşıp, kendilerini kaybediyorlar.

Kendilerini kaybedince saçmalıyorlar. Az buz saçmalama değil bu, bayağının da bayağısı bir saçmalama. Sonunda fosseptik patlıyor. “Allah kamusal alana giremez” saygısızlığı da, bu saçmalıkların başında geliyor.

Bu bana Allah’ın rahmetinin ve şefkatinin sonsuzluğunu bir kez daha gösterdi. “Allah’ım!” diyorum, “Sana küfrettiği dili dahi sana borçlu olan bu zavallılardan bile esirgemiyorsun nimetlerini! Her şeyini Sana borçlu! Ama utanmadan nankörlük ediyor! Kalbi dursa ona komut veremeyecek kadar aciz olan zavallı insan, Sen alemlerin Rabbine yasaklar koymaya cüret ediyor!”

Ve Kur’an’ın o büyük haberini hatırlıyorum:

“Allah’ın nurunu üfürükleriyle söndürmek istiyorlar; oysa ki Allah nurunu kafirler istemese de tamamlayacaktır!” (Saff, 8)

Yorum Yaz