Karpuz

Şahsen çok sevdiğim bir meyve karpuz. Yetmişli yıllarda Türkçüler siyasal hasım olarak gördükleri İslamcılara hakaret edecekleri zaman “karpuz” yakıştırmasını yaparlardı. Bir de açıklama getirirlerdi: “Dışı yeşil, ama içi kırmızı”.

Bununla İslamcıların gizli sosyalist-komünist olduklarını ima ederlerdi. Türkçülere göre İslamcıların İslam’la ilişkisi kabukta kalmış oluyordu. Özde onlar “görüldüğü yerde başı ezilmesi gereken” komünist idiler. Buna delil olarak da CHP-MSP koalisyonunu gösterirlerdi.

Köprülerin altından çok sular aktı. İslamcılara CHP ile koalisyon kurdu diye “karpuz” yakıştırmasını yapanların kınadıkları durum, bin beteriyle başlarına geldi. Fakat Türkçülüğün dönüşümü bu noktada da durmadı.

Türkçü hareketin gençlik örgütü başkanıyla sosyalist bir partinin gençlik örgütü başkanı kucaklaşarak aynı “cephede” olduklarını açıkladılar.

Gözlerimize inanamasak da bu elbette iyi bir gelişmeydi. Çünkü 12 Eylül öncesinde her iki kesim de birbirinin kanına ekmek doğramıştı. Bu uğurda her iki kesimden de binlerce genç hayatından olmuştu.

Türkçü ve Marksist kesimlerin birbirine göz kırpmaları bu noktada da kalmadı. Rüyada görsek hayra yormayacağımız bir şekilde Türkçü partinin mevcut başkanı partisinin kurultayına yönelik hazırladığı “Büyük Buluşma” adlı kitapta komünizmin fikir babası Marx’ı yüceltiyor, onu “büyük bir toplum ve tarih felsefecisi” olarak tebcil ve tezkiye ediyordu.

Aynı kitapta Hıristiyanlık ile ilgili de en az bu kadar yadırgatıcı sözler yer alıyordu. Türkçü camianın bir kanadı bu sözleri “Hıristiyanlık propagandası” olarak niteliyor ve bunu İslam karşıtlarının “Bizi İslam geri bıraktı” söylemine benzetiyordu.

Türkçü camianın bu gidişatını “hayra alamet değil” diye kaygıyla izleyenleri anlamıyor değilim. Fakat ben bu durumun yeni bir şey olmadığını düşünüyorum. Türkçülük akımı Osmanlı’nın son döneminde ortaya çıktığında, “nasyonal sosyalist” bir kimlikle, bir başka versiyonuyla da “komünist” bir kimlikle arz-ı endam etmişti.

Bunun delili kendisini okur kitlesine “Tekin Alp” takma adıyla sunan Moiz Cohen’in (1883-1961) siyasal eğilimidir. Bilen bilir, Seres doğumlu bir Osmanlı Musevi’si olan Moiz Cohen, Türk milliyetçiliğinin fikir babalığını yapmıştır. Ziya Gökalp’in üstadıdır. İttihat ve Terakki’nin ideologlarından biridir. Onun cemiyet içindeki önemli görevlerinden biri de İttihat ve Terakki ile masonlar arasındaki irtibatı sağlamaktır.

Jakop M. Landau, Jön Türkler ve Siyonizm adlı eserinde Moiz Cohen’in yayınlanmamış hatıralarına dayanarak, onun samimi bir komünizm sempatizanı olduğunu söyler. Aynı kaynak onun bu konuda bir de eser verdiğini yazar. Yine Landau’dan Moiz Cohen’in hukuk yanında hahamlık eğitimi de aldığını öğreniyoruz.

Türkçülüğün sosyalist-komünist kökleri bununla sınırlı değil. Türkiye Komünist Partisi (TKP)’ni ilk örgütleyen Turancı-komünist Sultan Galiyef’tir. TKP’nin ilk başkanı Ankara’nın karıştığı bir suikastla ortadan kaldırılan Mustafa Suphi’dir. Mustafa Suphi’yi ilk keşfeden de Sultan Galiyef’tir. Onu esirler arasında bularak eğitimini sağlamış, Türkçü bir komünist olarak yetişmesine katkıda bulunmuştur.

Sayın Bahçeli’nin Marx hakkındaki övücü sözleri, Ülkücü gençlerle Maocu gençlerin kucaklaşarak aynı cephede savaşacaklarına söz vermeleri, görüldüğü gibi çok şaşılacak bir şey değil.

Bu gelişmelere bakarak, Türkçülük akımının baba ocağına geri döndüğünü söylemek bile mümkün. Fakat buna Tanrı dağını Hıra dağı olmadan düşünemeyen kanat izin verecek mi, hep birlikte bekleyip göreceğiz.

Bütün bu gelişmeler bana 12 Eylül öncesindeki o ünlü “karpuz” benzetmesini hatırlattı. Demek ki, dedim kendi kendime, “büyük lokma ye de büyük konuşma” diyen atalar boşuna söylememişler.

Şu bir gerçek ki, Türkçülüğün getirildiği mevcut durumu açıklamakta bu masum bitki yetersiz kalıyor. Bu durumu izah etmek için başka bir meyve ismi bulmak gerek. Ama ben durumu izah edecek bir meyve ismi bulamadım.

Doğrusunu isterseniz böylesi bir yöntemi sağlıklı da bulmuyorum. Tanımak yerine tanımlamaya kalkmak, olayı anlamamızı zorlaştırıyor. Birçok zaman sıfat ve teşbihler, tanımlamak için kullanılıyor.

Zaten tarihi verileri gündeme getirmem de, olayı anlamayı kolaylaştırmak için. Ne diyordu İbn Haldun Mukaddime’sinde:

“Geçmiş geleceğe, suyun suya benzediği gibi benzer.”

 

Yorum Yaz