Kim gitsin?

Önce ihtiyar siyasetçinin üslubunun, aşağılayıcı ve hakaretamiz olduğuna dikkat çekmek isterim. Bu normal bir “tesettür” karşıtlığı değil, onun da ötesinde bir “kin” ve “hınç” var üslupta. Sanki alttan alta bir şeylerin acısını çıkarır gibi konuşuyor.

Demirel’in içindeki, ağzından taşıyor.

Ne demek “başı bağlı” veya “başı sarılı”? Bu ne çirkin, bu ne kaba bir üslup böyle? İhtiyar siyasetçi, tesettürlü Müslüman kızlara kendi uydurduğu bu çirkin jargon üzerinden hakaret ederek, ne elde etmek istiyor? Tutalım ki başörtüsü Müslüman hanımların başı yerine yeğen-kardeş soygununun üzerini örtseydi, Bay Demirel başörtüsüne ve başörtülülere yine böylesine hakaretler savurur muydu?

İhtiyar siyasetçi, ağzını açtığında 6 kere gidip 7 kere geldiğinden söz eder.

Onun 6 kere gidişinden hiçbirinin müsebbibi, hepimiz eminiz ki, tesettürlü okumak isteyen dindar kızlar değil. Tesettürle şereflenmiş dindar kızların içerisinde babası darbeye karışmış bir subay yok. Buna, zerre kadar ihtimal vermiyorum.

Yine tesettürlü kızların hiçbirinin ailesinde, darbe kışkırtıcılığı yapan malum medyada köşe tutmuş bir darbe şakşakçısı olduğunu da sanmıyorum.

Aksine tesettürle şereflenmiş dindar kızlarımızın aileleri, 6 kere gitmiş, “düşük” olmuş, “siyasi mevta” ilan edilmiş Demirel’i, 7 kere düştüğü çukurdan çıkarıp getirenlerin ta kendileri. Aslında bu bahis açılmışken, dün “İslâmköylü nurlu Süleyman” söylemiyle bu zatı Müslümanlara pazarlayan kardeşlerimizin siyasi basireti üzerine de bir şeyler söylemek gerekirdi. Ama işin bu faslını, fincanlar zayi olmasın diye geçelim.

Evet, şu halde, Demirel’in 6 kere gitmesine sebep olanlar, hakaret edip köpürdükleri değil. Aksine Demirel’i 6 kez gönderenler, tesettür şerefiyle şereflenen dindar kızlarımızı mağdur eden kesimlerin ta kendileri. Bu işte siz, bir terslik görmüyor musunuz?

O halde buraya Demirel’in bir huyunu yazalım: O kendisini 6 kez düşürüp itip kakan darbecilerini seviyor. Kendisini 7 kez geri getirenlere ise hakaret edip sövüyor. Bunun psikolojik tahlilini, işin uzmanlarına bırakıyorum.

Başlıktaki soruyu tekrar soruyorum: Kim gitsin?

Müslümanlar, bu ülkenin 1000 yıllık gerçeğidir. Tesettür ise İslam’ın bir emridir ve bu toprakların 1000 yılına damgasını vurmuştur.

Peki, açıklığın bu topraklardaki geçmişi nereye kadar gider? Ikınsanız da sıkınsanız da, taş çatlasa 70, bilemedin 80 yıllık. Tesettürün ömrü karşısında açık-çıplaklığın ömrünün esamisi bile okunmaz. Bırakın bu toprakları, tesettürün dinlerinde farz olmadığı Hıristiyan Avrupalıların hayatında bile açıklık-çıplaklık o kadar geriye gitmez.

Eğer bu topraklardan birileri gidecekse, bunlar niçin bin yıldır bu toprakların asli sahibi olan tesettürlüler olsun? İlle de gidecekse, geçmişi bir insan yaşına bile zor ulaşan laikçiler kendilerine yer aramalı.

Fransa’ya gidebilirler mesela. Çünkü bu ülkeye laiklik daha dün denecek kadar kısa bir zaman önce Fransa’dan ithal edildi. Ama unutmasınlar, Fransa’da dahil yer küre üzerinde başörtüsünün üniversitelerde yasak olduğu iki yer var: Hırsız, katil ve iffetsiz bir diktatörün yönettiği Tunus ve bir de Türkiye.

O halde Demirel’in özlemini çektiği ülke Tunus mu? Yani bizim Batıcılar, bizi “Batı, Batı” diye ters köşeye mi yatırdılar? Daha düne kadar Fransız sömürgesi altında inlemiş ve hala sömürge mahsulü yöneticilerin elinde halkına oryantalist kesilen Zeynel Abidin b. Ali, bizim laikçilerin “modeli” mi olacaktı?

Bildiğim kadarıyla, Demirel göçmen bir ailenin çocuğu. Bir adam bu toprakların asli sahiplerine kendi haline bakmadan bir yerleri adres gösteriyorsa, o adamın bilinçaltını iyi okumak lazım. O bilinçaltında, kendini suçlu hissediyor demektir. Bu bir suçluluk psikolojisidir. Kendisini misafir eden ev sahibine kötülük etmiş gasıp psikolojisine benzer bir bilinçaltı bu. Aynı zamanda bunca yıla rağmen kendini bu topraklarla, bu toprakların değerleriyle kaynaştıramamış olmanın örtülü dışavurumu…

Korkmasın, bu millet vicdanlı ev sahibidir. Dağdan gelip bağdakini kovmaya, misafir geldiğini unutup ev sahibine kapıyı göstermeye çalışan Demirel gibilerini dahi kovmaz.

Kovmaz kovmasına da, onun mezar taşlarına da iyi şeyler yazmaz.

Müslümanlar bu toprakların en az bin yıllık, eğer Ebu Eyyub el-Ensari’den başlatırsak, 1400 yıllık gerçeğidir. Bu toprakların 70 yıllık yalanı, 1000 yıllık gerçeğini kovamaz.

 

Yorum Yaz