Kitab’a uymayıp kitabına uyduranlar

Müslümanları ilgilendiren meseleler neden bu ülkede gayr-ı Müslimler (=Müslüman olmayanlar) tarafından tartışılır acaba?

“Gayr-ı müslimler” deyince hemen aklınıza Hıristiyanlar ya da Yahudiler gibi ehl-i kitabın gelmesi yanlış. Zaten çektiğimiz sıkıntıların büyük bir kısmı da, bu dini kavramları örfileştirmemiz değil mi?

Bu ülkede artık hatırı sayılır oranda ehl-i kitab olmayan bir gayr-ı müslim sınıf da bulunuyor. Onların içerisinden çok azı “Biz Müslüman değiliz” diyecek kadar dürüstlük ve onur gösterebiliyor. Büyük çoğunluğu bu itirafı yapmak yerine “takiyye” yapmayı çıkarlarına daha uygun buluyorlar. Müslüman olmadıklarını söyleyerek cepheden savaşmak yerine, içerden savaşmayı kendileri açısından daha “verimli” buluyorlar.

Adamın dinle imanla bir ilişiği yok. İslam’la nüfus cüzdanının dini hanesi dışında bir irtibatı da yok. Fakat adam eline geçirdiği bir medya aracını kullanarak Müslümanları ilgilendiren ibadetler hakkında asıp kesiyor, atıp tutuyor.

Aslında buna da “herkes fikrini söylemekte özgürdür” deyip geçeceğiz ama adam kendi gerçek kimliğini söylemeden senin dinin hakkında fikir beyan etmeye kalkıyorsa, ona önce “Konuşanın dinle ilgi düzeyi nedir?” diye sormamız gerekmiyor mu?

Hiç olmazsa dinleyenler dinledikleri adamın dini kimliğini, İslam’la alakasını, konuştuğu alandaki uzmanlık düzeyini bilerek dinlerler.

Yukarıda dile getirdiğimiz yanlış, peşinden başka sakıncaları da getiriyor.

Mesela, bazen doğruları yanlış adamlar söylüyor. Bu vahim bir durum.

Söylenen söz doğru. Fakat o doğruyu söylemesi gereken adam yanlış adam.

Çünkü doğrunun çıktığı ağız yamuk mu yamuk, yanlış mı yanlış.

Çok az insan pirincin taşını ayıklayabilecek mümeyyiz bir akla sahip. Birçoğu ya o doğrunun hatırına onu söyleyen yanlış adamı da bağrına basıyor.

Bunun en büyük sakıncası, o adamın diğer yanlışlarını da doğru sanarak kabullenmektir.

Bunu, çocuğu seviyoruz diye altındaki pis bezi de sevmeye benzetebiliriz.

Öyle ya; içindeki çocuğun hürmetine altındaki pis bezi savunmak zorunda değiliz ki…

Bir de karşı tavır var: Doğruyu savunan yanlış adamın yanlışlığını önceleyenler.

Bunlar, doğru yanlış adamın ağzından çıktı diye, onu da yanlış adamla birlikte çöpe atanlar. Bunu da, altı kirlendi diye, çocuğu da beziyle birlikte kaldırıp çöpe atmaya benzetebiliriz.

Böyle bir ortam, tam toz duman ortamıdır. Şapın şeker, şekerin şap diye pazarlandığı bir ortamdır. Havayı bulandıranlar hep kurtlar ya da onlara çalışan kurtçular (ya da “kurtçuklar”) olmayabilir. Ama şu da bir gerçek ki kurt bulanık havayı sever.

Dini bir konunun tartışıldığı her olayın altında bir buzağı aramayalım, tamam.

Fakat suyu bulandıranların kimliği böylesine ayan açık ortadayken, bunu bizden kim isteyebilir?

Adam almış eline ağını, dalmış bulanık suya. Belli ki bulanık suda balık avlayacak. Avcıyla avın birbirine karıştığı, kimi zaman avcı olarak girenlerin bile av diye avlandığı böyle bir hengamede, “varak-ı mührü vefayı kim okur kim dinler”?

Bu işin son örneği şu hac tartışmalarına bakın bir.

İşin gırgırında olan, laf olsun torba dolsun kabilinden ağzına dayanan her mikrofona konuşan ekran hastalarını geçelim. Fakat ilim adamı kılıklı (“Ye’cuc-me’cuc kılıklı” mı demeliydim?) kifayetsiz muhterislerin, “Kitab’a uymak” yerine “kitabına uydurmak” için ilmin namusunu ayakaltına almaları nasıl ve neyle açıklanır?

Bu adamlarda zerre kadar samimiyet olsaydı, hac konusunda ipe-sapa gelmez tartışmalar açmak yerine hacca hazırlanan binlerce adayın daha da şuurlanması için gayret gösterirlerdi. Hac, turistik seyahat olmaktan çıkıp nasıl gerçek hac olur, onu dile getirirlerdi.

Onu gelecek hafta biz dile getirelim.

Yorum Yaz