• Ana Sayfa
  • Biyografi
  • Eserleri
  • Faaliyet Takvimi
  • İletişim
  • Yabancı Dillere Çevrilen Kitap PDF’leri
  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram
Mustafa İslamoğlu
  • Ana Sayfa
  • Haber ve Duyurular
  • Kur’an’ın Hayat Yolculuğu
    • Video Galeri ve Ders Metinleri
    • Video Ders Notları
    • Siretü’l Kur’an Dersleri Mp3
    • Siretül’l Kur’an İnfografik Dersleri
  • Makaleler
    • Düşünce Yazıları
    • Gazete Yazıları
    • Güncel
    • İbadet
    • Kur’an’i Hayat Yazıları
    • Peygamber ve Sünnet
    • Tarih ve Coğrafya
    • Ümmet ve Vahdet
    • Vahiy
  • Video Galeri
    • Cuma Hutbeleri
    • Esma-i Hüsna Dersleri
    • Konferans ve Seminerler
    • İftiralara Cevaplar
    • Vahiy ve Hayat
    • Vahyin Penceresinden
    • Tefsir Dersleri
  • Esmâ-i Hüsnâ
  • İletişim

Kategori -Konferans ve Seminerler

Meziyetleri Yönetmek

6 Eylül 2013

Gelecek 1000 Yılın İnşası

18 Haziran 2013

Aile

14 Haziran 2013

Bilgi Epistemolojisi

14 Mayıs 2013

Peygamberi Anmak Mı Anlamak Mı?

20 Nisan 2013

Kardeşlik Bilinci

26 Ocak 2013

İzmir Aile Ribatı Seminerleri

15 Kasım 2012

Kur’ana Yeniden Kavuşmak

7 Nisan 2012

Aktif İyi Olmak İçin 3U Formülü – Umut

19 Mart 2012

Sorular ve Cevaplar

11 Şubat 2012
Yeni İçerikler
Eski İçerikler

Video Kategorileri

  • Cuma Hutbeleri113
  • Esmâ-i Hüsnâ1
  • Esma-i Hüsna Dersleri102
  • Esma-i Hüsna'dan Yansımalar13
  • İftiralara Cevaplar9
  • Konferans ve Seminerler23
  • Siretü'l Kur'an Dersleri Mp31
  • Siretül'l Kur'an İnfografik Dersleri1
  • Söyleşiler1
  • Tefsir Dersleri115
  • Vahiy ve Hayat20
  • Vahyin Penceresinden60
  • Video Ders Notları28
  • Video Galeri ve Ders Metinleri29

Mustafa İslamoğlu Kimdir?

Bizi Takip Edin

  • facebook
  • twitter
  • instagram
  • youtube

Karma Konular

  • Devletçi müslümanlık üzerine
  • Başörtüsünün farziyyeti (2)
  • İslam kadını aşağılamadı, siz anneliği aşağıladınız!
  • Erdoğan Akın’ı nasıl anlasın Diyanet?

Yeni Eklenenler

  • Devletçi müslümanlık üzerine
  • Siretü’l Kur’an 24. Ders Notları
  • Yedi Beyit Üzerinden Âkif’in Kur’an Tasavvuru
  • Başörtüsünün farziyyeti (2)

Instagram

İskender, Sezar, Darius, Konstantin, Muaviye, Abdülme- lik, Cengiz, Timur, Fatih, Kanûnî, Napolyon ya da Mısır, Yunan, Roma, Bizans, Sâsânî, Emevi, Abbasi, Osmanlı, Birleşik Krallık, ABD... 

Bütün bunların hâkimiyet alanının büyüklüğüyle bir tek insan gönlünün büyüklüğü arasında bir karşılaştırma yapsanız, hangisinin hâkimiyet alanı daha büyüktür dersiniz? 

Bu soru karşısında hiç tereddüt etmeden diyebilirim ki; bir tek insanın gönlü yeryüzünün en büyük imparatorluğundan daha büyüktür. Ve elbette bir yüreği fetheden yürek fatihi, tüm yeryüzünü istila eden bir cihangirden daha büyük bir zafer kazanmıştır. 

Hayber fethi öncesidir. Genç Ali (r.) atının üzerinde, elinde kılıcı, hamasi şiirler okuyarak bir sağa bir sola hamleler yapmaktadır. Onu izleyen Allah Rasulü “gel” anlamında işaret eder ve der ki: 
“Yavaş ol ey Ali, vallahi senin elinle bir kimsenin hidayet bulması, güneşin üzerine doğduğu her şeyden (ya da: kızıl tüylü develere sahip olmandan) daha hayırlıdır.” (Buhari, Cihad 4/58, F. Sahabe 5/23; Megazi 5/171; Müslim, F. Sahabe 2406) 

Bölgenin en stratejik yerleşim birimi olan Hayber’in ele geçirilmesi hiç kuşkusuz büyük bir askeri başarıdır. Hayber’in Müslümanlarca ele geçirilmesi, Medine İslâm devleti için bir dönüm noktası olmuştur. Bu zaferden sonra Mekke müşrikleri bir daha Medine üzerine yürüyememişlerdir. 

Bütün bu gerçeklere rağmen Rasulullah’ın mesajı açık: Bir yüreği kazanmak, değil Hayber gibi stratejik bir bölgeyi kazanmaktan, dünyanın tümünü ele geçirmekten daha önemli ve kazanan insan için daha kârlıdır.
Ya Rahmân!
Ey Rahmetin sonsuz kaynağı!
Ey Rahmeti her şeyi kuşatmış olan!
Ey rahmeti zatına ilke edinen!
Ey rahmetine hayran olduğum!
Ey rahmâniyyetine kurban olduğum!
Yokluğa rahmetle nazar eden Sensin!
Varlığı rahmetle var eden Sensin!
Rahmeti zatına yâr eden Sensin!
Bizi de rahmetine yâr et Ya Rahmân!
Rahmet ummanından tek zerre yeter
Günah okyanuslarını temizlemeğe
Cennetin tohumu rahmetmiş meğer
Bizde de bir rahmet var et Ya Rahmân!

Âmin!
Rabbimizin Sırat-I Müstakim Üzere Olduğundan Ve Takva İle Yani Sorumluluk Bilinciyle Davrandığından Kaç Müslümanın Haberi Var?

Yüceler yücesi Rabbimiz, vahyi ile bizi sırat-ı müstakime, yani “dosdoğru yol”a çağırır, değil mi?! Peki, kâinatın tek efendisi olan Rabbimizin bizzat kendisinin de sırat-ı müstakim üzere olduğunu bizzat kendi vahyi ile haber verdiğinden kaç Müslümanın haberi var?

Allah’ın sünnetinden bir kez bile söz etmeyen anlı şanlı kelamcılarımızın, iş Allah’ın kudretine gelince “kim tutar seni” cinsinden bülbül gibi şakımaları neyin nesidir? Allah’ın dosdoğru yol üzere ve takva ehli olduğunu söyleyen ayetlere bir kez bile atıf yapmayanların, Allah’ı kulların tepesine her an inmeye hazır kozmik bir balyoz gibi tasvir etmelerinin arkasında, kimlerden ödünç alınmış nasıl bir ‘tasavvur’ yatmaktadır?

Geleneksel din dili Allah’ın dosdoğru yolda ve takva ehli oluşunu neden öne çıkarmamış ve görmezden gelmişse, Allah’ın sünnet sahibi bir Rab oluşunu da aynı nedenle öne çıkarmamış ve görmezden gelmiştir.

Sünnet bahsinde altı çizilmesi gereken ilk hususlar şunlardır:
1.Sünnet, Kur’ani bir kavramdır. 14 yerde tekil, 2 yerde çoğul isim olarak gelir. Kavram, Mekki ve Medeni sureler arasında nisbeten dengeli bir dağılım gösterir. Dolayısıyla sünnet kavramı, vahyin iniş sürecinde, semantik bir değişim göstermez.
2.Kur’an’da doğrudan isnat edildiği iki sünnet koyucu özne (sânn) vardır: Biri Allah (sunnetullah: Allah’ın sünneti), diğeri sunnetu’l-evvelîn(öncekilerin sünneti) terkibinde geçen “öncekiler”. Allah Rasulü başta olmak üzere insanlara isnatla kullanılan “sünnet”in Kur’ani dayanağı bu terkiptir.
3.Geldiği hiçbir yerde Allah Rasulü’ne isnatla kullanılmaz. Sünnet’in Allah Rasulü’ne isnatla kullanılması sonradandır. Bunun ne kadar sonradan olduğu tartışmalı ve araştırmaya muhtaçtır. Sünnetin Allah Rasulü’ne nisbetle kullanımının en doğru şekli, “nebevi sünnet”, “sünnet-i rasul”, “Nebi’nin sünneti” gibi bir terkip halinde kullanılmasıdır. Sünnet, Kur’an’daki usve (örnek) yerine ikame edilmiştir. Kur’an biz mü’minlere Allah’ın Rasulü’nü “örnek” olarak gösterir.

Makalenin tümünü okumak için: https://mustafaislamoglu.com/sunnetullah-ya-da-ilahi-tutarlilik/
Asla inkârcılara ve ikiyüzlülere uyma(1) ve onlara incitici sözler söyleme/onların incitici sözlerine aldırma;(2) ve yalnız Allah’a güven: zira koruyucu otorite olarak Allah yeter.
........................................................................

1-) Tek dünyası, iki yüzü olanlar. Zira iki dünyalı olanın iki yüzü olamaz.
2-) Ezâhum faile de mef’ule de nisbet edilebilir. Bu yüzden, her iki anlama birden gelebilir.Hendek kuşatmasının ardından, Müslümanları arkadan hançerleyen Beni Kureyza ile Hz. Peygamber arasında yaşanan söz düellosu tercihimizin tarihsel karşılığıdır (İbn İshak ve
İbn Sa’d). Nüzul ortamıyla ilişkisi ne olursa olsun, buradaki öğütler, tüm zamanlarda ve
mekânlarda geçerli olan ve insanlar arası ilişkileri kolaylaştıran ilkelerdir. Hayatın akışı içinde karşılıklı ilişkilerde müsamahakar olmak da bunlardan biridir. Zira hayat insanlarla birlikte yaşanan bir mucizedir ve insan sürekli hata yapabilen bir varlıktır.
Tesbih, gramerde ism-i alet olmamasına rağmen kullanımda “kendisiyle tesbih edilen araç” anlamıyla şöhret bulmuştur.Yani sembolik bir araçtır sayı taşları.Kimlerin sembolü olduğu malum:Müslümanlar içerisinden kendilerini zikir ehli, gönül ehli sayıp kalb tasfiyesi, nefis tezkiyesi yaptıklarını iddia eden kimi kesimlerin. 
Bu kesimlerimizden birçoğunun ana sermayeleri addettikleri “zikr”in Kur’anî anlamını bilmediklerini, araştırmadıklarını, bu konuda Kur’an’ın değil başkalarının usul ve üslubunu izlediklerini görüyoruz.Zikir gibi Kur’an’ın en çok üzerinde durduğu bir konuda ona başvurmadan zikrettiğini sanmak ne büyük gaflet. Kaldı ki bu konuda da heva ve heveslere değil bizzat Allah’ın koyduğu ölçülere uyulması Kur’an emridir: “fezkurullâhe kemâ allemekum. [Allah’ın size öğrettiği gibi Allah’ı zikredin.]” (Bakara239) 
Kur’an’da “cihad” gibi çok anlamlı bir kavram olan zikir, bazı kesimlerce çok yanlış ve tehlikeli bir biçimde diğer anlamlarından soyutlanarak dil ile anmaya tahsis edilmiştir. Allah’ı anmak (Bakara 198), tebliğ (A’lâ 9), öğüt ve uyarı (Ğâşiye 21), şükür (A’râf 69) gibi birçok anlama gelen zikir, 
 “alâ” harf-i ceriyle kullanıldığında “dille anmak” anlamına gelir. (En’âm 121) 
Aslında zikrin yalnızca “tesbih” anlamına gelmediğini, bundan daha kapsamlı olduğunu Kur’an’dan öğreniyoruz: 
“Siz ey iman edenler! Allah’ı sürekli hatırda tutun ve O’nun aşkın ve yüce olan zatını sabah akşam anın.” (Ahzab 41-42) 
İnananlara hem zikir hem tesbih emredilmiştir. Bu noktada aynı ayette hem “zikr”in hem de “tesbih”in anılması bu ikisinin birbirinin aynı olmadıklarının en açık delilidir. Bu nedenle, dil ile zikir olan “tesbih”i küçümsemek, yok saymak ya da terk etmek bir mü’mine yakışan şeyler değildir. Cihad kavramının içinde “kıtal”in yeri neyse “zikir” kavramının içerisinde de “tesbih”in yeri odur. Her yaptığı işe “cihad” adını verenlerin “kıtal” (savaş)’in ayrıca farz kılındığını (Bakara 219) göz ardı ettikleri gibi, zikrin yalnızca tesbih olmadığını söyleyenlerin birçoğu da dil ile anma, tekrar etme anlamına gelen “tesbih”in ayrıca tavsiye ve emir buyrulduğunu göz ardı etmektedirler.
Rabbimiz!
Ey Âlemlerin Rabbi!
Ey arşın Rabbi!
Ey göklerin ve yerlerin Rabbi!
Ey bu ikisi arasındakilerin Rabbi!
Ey doğuların ve batıların Rabbi!
Ey dağın taşın Rabbi!
Ey kurdun kuşun Rabbi
Ey mü’miniyle kâfiriyle bütün bir insanlığın Rabbi!
Ey benim Rabbim, bizim Rabbimiz!
Hamdimiz Sana mahsustur; Zira insan sana mahsustur.
Rabbimiz, seni tesbih eder, seni tekbir eder, seni tazim ederiz!
Ey âlemlerin Rabbi!
Sensin ezilmişlerin Rabbi!
Sensin benim Rabbim!
Beni kimlerin eline bıraktın!
Bana gaddarlık yapan yabancıların eline mi?
Yoksa davamı ipotek edecek bir düşmana mı?
Eğer Sen bana gücenmedinse, kesinlikle bunlara aldırmıyorum.
Lakin iyiliğin beni rahatlatacaktır.
Senin nuruna sığınırım.
Karanlıkları aydınlatan nuruna…
Gelecek azabın, bana ulaşacak öfkenden
kaçıp kurtulacak bir sığınak arıyorum.
Sana sığındım, yeter ki razı ol!
Güç ve kuvvet sendendir, yalnız senden!
Allah’ım! Rabbim sensin!
Senden başka kulluk edecek kapım yok!
Amin!
Haricilerden Muhakkime, tüm günahâr Müslümanları tekfir ediyordu. (1)Başka bir kol olan Ezarika ise önlerine çıkana dinini soruyor, “Müslümanım” derse katlediyor, “Yahudiyim, Mecusiyim” vs. derse onun kanını haram sayıyor ve bırakıyordu.(2)
Çünkü onlara göre kendilerinden başka Müslüman yoktu ve olamazdı. Onlardan bir güruh, günah işleyen herkesin kâfir olduğunu, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr gibi Cemel’e katılmış seçkin sahabilerin de bu hükme dahil olduğunu söylüyorlardı. Bu isimlerin cennetle müjdelendiği hakkındaki nasları hatırlatanlara ise şu cevabı veriyorlardı: “Onlar, cennetlik kâfirlerdir!”(3)
Haricilerin Necedat kolu, ısrarla yalan söyleyenin kâfir olacağını iddia etmekle birlikte, içki içene uygulanması gereken had cezasını da kabul etmiyordu.(4)Yine bazıları Kur’an’da olmadığı için Recm cezasını da reddediyordu. 
Tekfir hastalığı yalnız Haricilerle sınırlı kalmadı; bu hastalık diğer fırkalara da bulaştı. Cehmiye’den bazıları Allah’ı görmek istediği için Hz. Musa’yı, Mâide/116’da nakledilen sözünden dolayı da Hz. İsa’yı tekfir edecek kadar aşırı gittiler. 
Ahirette Allah’ın görülmesi gibi önceden olmayıp sonradan ortaya atılan tali bir konuda çoğunluğu tekfir eden Mutezile de tekfirciler korosuna katıldı.(5) Hatta “Mutezile’nin rahibi” diye adlandırılan “Murdar” lakaplı İsa b. Subeyh, “Kelime-i şehadet getirse dahi ru’yetullaha inanan kâfir olur.” deyince İbrahim b. esSindi ona şöyle çıkışacaktır: “Genişliği yerler ve gökler kadar olan cennete başka kimse değil de yalnızca sen ve üçbeş adamın mı girecek?”(6)
Mutezile de Hariciler gibi birbirlerini tekfir etmişti. Buna örnek, “Kâfirin kâfirliğinden şüphe etme” meselesinde Basra Mutezililerinin Bağdat Mutezililerini tekfirleridir. 
Tekfir yarışına ucundan kıyısından Matüridiler de bulaşmışlar, kişinin fiilini yaratması konusunda Mutezileyi tekfir ederek onları Mecusilerden daha beter addetmişlerdir. 

1- Şehristanî, el-Milel, I/115. 
2- a.g.e., I/118. 
3- İbn Hazm, el-Fasl, IV/89. 
4- Bağdâdî, el-Fark, 68. 
5- el-Milel, I/69. 
6- el-Milel, I/69.
(Öyleyse) onlardan kimilerine verdiğimiz geçici lezzetlere iltifat etme!(1) Üstelik onlar
için üzülme de… Ancak mü’minlere kol kanat ger.
.................................
1-)Lafzen: “gözlerini dikme” (Krfl: 44/Tâhâ: 131-132).
Mustafa İslamoğlu 22 Ocak Cuma günü saat 21.00'de Akabe Gençlik Platformuna konuk oluyor. Özgür İyin moderatörlüğünde gerçekleşecek "Bilgelik Sevgisi" konulu program Akabe Gençlik YouTube kanalında ve Mustafa İslamoğlu Facebook sayfasında canlı yayınlanacak. 

https://www.youtube.com/user/AkabeGenclik

https://m.facebook.com/mustafaislamoglu

Takip Edin

© 2018. Tüm hakları Mustafa İslamoğlu'na aittir.

  • Ana Sayfa
  • Biyografi
  • Takvim
  • İletişim