Kudüs dergisi

İstanbul’da sessiz sedasız Kudüs adlı bir dergi çıktığından kaç kişinin haberi var?

Hem “sessiz sedasız” diyorsun, hem de haberimizin olmasını bekliyorsun diye tarizde bulunacak olursanız, siz de haksız sayılmazsınız derim.

Fakat gönül bazı şeylerden haberdar olmanızı istiyor. Haberdar edilmeseniz de, birileri onun varlığını haykırmasa da, kendisi ben buradayım diye bağırmasa da haberdar olmanızı…

Değil mi ki insan, önemsediği bir şeyin ayağına gelmesini beklemez. Onun ayağına gider. Zaten değerlerin özelliği, ayağına gitmeye, arayıp sormaya, bedel ödemeye, alın teri dökmeye değer olmaları değil midir? Tıpkı rızık gibi, bilgi gibi, sevgili gibi, hikmet gibi…

Sevgili Hamza Türkmen ilk sayıyı eline alıp nur topu gibi bir yavruya kavuşmanın heyecanı içinde elime uzattığında, ben de heyecanlanmıştım. Kapağını açtığımda içeriğinin de dolu olduğunu görmek beni daha bir memnun etti.

Dergi dedimse öyle tabldot dergilerden değil. Üç yüz küsur sayfalık babayiğit bir kitap hacminde. Üç aylık çıktığı için de, okuyacak zamanım yok mazeretinin pabucunu dama atıyor.

Bahar sayısının ardından Kudüs’ün ikinci sayısı da çıkageldi. Yazı talebini henüz karşılayamamış olsam da, Kudüs dergisini okuruma tanıtacağıma dair sözümü daha fazla erteleyemezdim.

Erteleyemezdim, çünkü bu dergi bir avuç gönüllü insanın fedakarlığıyla çıkıyor. Misyonu, Kudüs sızısını içimizde sürekli diri tutmak. Müslümanların bir Kudüs davasının olduğunu ve bu davanın hiçbir ulusal ya da uluslararası emrivaki ile kapatılamayacağını her sorumluluk sahibine hatırlatmak. Kudüs’ü Müslüman kimliğinden soyutlama girişimlerine karşı bir hassasiyet, bir mübarek sancı oluşturmak.

İçinizi yoklayın bakalım, o sancıdan geriye ne kaldı?

Eğer hiçbir şey kalmadıysa, içinizden hesap sormalısınız. “N’ettin benim Kudüs’ümü?” demelisiniz. Bilmelisiniz ki Kudüs, asıl içinizden kaybolduğunda işgale uğramış olur.

Duvarlarından herhangi birinde Kudüs’e ilişkin bir hatıra taşımayan ev, Kudüs’ten vazgeçmiş demektir.

Elinizde, evinizde bir Kudüs haritası, bir Kubbetu’s-Sahra resmi, bir Ömer Camii şerifi olmalı. Size sürekli Kudüs’ü hatırlatmalı. Her yemek yiyişinizde, ona bakıp lokmalar boğazınıza düğümlenmeli. Her gülmeye hazırlandığınızda, kahkahanızı kursağınızda bırakmalı.

İşte o zaman bazı insanların neden Kudüs diye bir dergi çıkardıklarını gereği gibi anlayabilirsiniz.

Onları anlamak, Filistin’de bazı anaların neden öldürüleceğini bile bile çocuk doğurduklarını, göz göre göre ölüme giderken onları neden alınlarından öptüklerini anlamaktır.

Onları anlamak, Şaron’un Harem-i Şerif’e girmesinin ne demeye geldiğini, bunun neden intifadayı yeniden başlatarak on binleri sokağa döktüğünü anlamaktır. Zaten bunu anlamadan İsrail tanklarını taşlayan çocukların gözündeki pırıltının kaynağını da anlayamaz.

Onları anlamak, Sultan Abdülhamid’i anlamaktır, onun Kudüs’ü neden Osmanlı idari sistemi içerisinde “Özel Mutasarrıflık” ilan edip doğrudan merkeze bağladığını anlamaktır.

Onları anlamak Selahaddin Eyyubi’yi, onun neden bir ömür Kudüs rüyası gördüğünü anlamaktır.

Onları anlamak Hz. Ömer’i anlamaktır.

İçinde Kudüs sızısı taşımayan bütün bu saydıklarımı anlayamaz. Hatta Kudüs’ün anahtarlarını teslim etmek için Halife Ömer’in gelmesini şart koşan ve o gelince Kudüs’ün Yahudileştirilmemesi için yazılı taahhüt aldıktan sonra şehri teslim eden Patrik Seferonius’u dahi anlayamaz.

Aman canım, bunca sıkıntının arasında o da eksik olsun diyecek olan varsa, Kudüs dergisinin ona söyleyecek bir sözü yok. Kudüs’ün kendisinin de. Fakat hayır Kudüs davası benim davamdır diyorsanız, bu bir avuç fedakar insanın çabasına omuz vermelisiniz.

Vermelisiniz ki, yüreğinizin haritasındaki bir mevzi daha düşmesin. Mekke ve Medine’nin kardeşleri, Semerkant’ın, Buhara’nın, İstanbul’un, Konya’nın ağabeyi ağlamasın.

 

Yorum Yaz