Kur’an ve kurban

Hz. İbrahim ve Hz. İsmail arasında geçen “kurban” diyaloğunu ele alan şu ayetleri okuyalım önce:

“Rabbim! Bana erdemli bir (evlat) bağışla!” Bunun üzerine ona uyumlu ve olgun bir oğlan çocuğu müjdeledik. Derken çocuk onun çaba ve tasasına ortak olacak olgunluğa eriştiğinde, (İbrahim) şöyle dedi:

“Yavrucuğum! Kendimi rüyada seni kurban ederken görüyorum; bir bak bakalım, sen bu işe ne dersin?”

“Babacığım!” dedi, “Sana emredileni yap; inşallah beni sabredenlerden bulacaksın!”

“Sonunda o ikisi Allah’a teslimiyetlerinin bir gereği olarak (vardıkları sonuca) uydular ve (babası) onu yüzüstü yatırınca, Biz kendisine “Ey İbrahim!” diye seslendik, “Rüyayı tasdik ettin.”

“Nitekim Biz, iyilik yapanları işte böyle ödüllendiririz.”

“Hiç şüphesiz bu, elbet apaçık bir sınavdı ve Biz ona fidye olarak muhteşem bir kurban verdik; geriden gelen herkesin zihninde ona ilişkin (örnek) bir hatıra bıraktık: Selam olsun İbrahim’e!” (Saffat, 100-109)

Pasajın girişindeki duaya dikkat… Naçizane, bana öyle geliyor ki, işin sırrı bu duada. Evlat hasretiyle geçmiş bir ömür. Dağların taşıyamayacağı vahyi taşıma sorumluluğunun omuzlarına çöken ağır yükü. İlahi risaleti insanlara taşıma görevi? Yanına bir yoldaş aramak onun değilse kimin hakkı?

Hz. İbrahim işte bu duygularla istiyor evladı. Öyle bir dua ediyor ki, tüm hücreleri dua kesiliyor. Ömürlük bir evlat hasreti, sorumluluk duygusuyla birleşince, talep dergâh-ı ehadiyyette kabul görüyor. Bu duayı biz Kur’an’da iki yerde daha görüyoruz. İkisinin de hikâyesi Ali İmran Suresi’nde anlatılıyor. (33-41)

Birincisi, İmran’ın karısında. O da evlat hasretiyle yananlardan. Çocuksuz geçen bir ömrün ardından, bir gün, bir kuşun gagasında getirdiği yiyecekle yavrusunu beslediğine şahit oluyor. Hanne’nin kalbi Allah’la konuşuyor ve dua yerini buluyor. Hamile kalan Hanne, Rabbine teşekkür etmek istiyor. Fakat elinde avucunda hiçbir şey yok. Daha yavrusunu doğurmadan kocasını da kaybediyor. “Rabbim!? diyor, “Henüz doğmamış olan yavrumu, tüm iç ve dış ayartmalardan azade olarak sana adıyorum, benden kabul buyur!” Hanne’nin adağı kabul ediliyor.

Bu adak kim, biliyor musunuz? Hz. Meryem’in ta kendisi. Yani, o duanın sahibi Hz. İsa’nın anne annesi. İşte kurtuluş müjdecisi Hz. İsa, böyle bir adayış sürecinin ürünüdür. Yani tesadüf ve tevafuk değildir. Benzer bir duayı Hz. Zekeriyya’da yapıyor. “Rabbim diyor, bana katından temiz bir nesil ikram et!”.

Oysaki Hz. Zekeriyya’da tıpkı Hz. İbrahim gibi, İmran-Hanne çifti gibi ihtiyarlamıştır. Kalbin duası kabul görüyor. Kendisine Yahya müjdeleniyor. Bu kez Hz. Zekeriyya şöyle diyor: “Rabbim benim nasıl bir oğlum olur; benim yaşım geçmiştir, eşim de kısırdır?” İyi de, biraz önce Allah’tan evlat isteyen kendisi değil miydi? O duayı ederken bunları bilmiyor muydu? Ne değişti? Değişen bir şey yok aslında. Tek değişen, Hz. Zekeriya’nın yürek modu. Duayı aşk modunda etmişti, soruyu akıl modunda soruyor; hepsi bu?

Özetleyecek olursak: Adayanlar Hz. İbrahim, Hz. Hanne, Hz. Zekeriyya. Üçü de uzun bir evlat hasretinden sonra yürekten bir naz u niyaz ile evlada kavuşuyorlar: Hz. İsmail, Hz. Meryem, Hz. Yahya. Birincisi son anda bıçak altından alınıyor ve Âlemlere Rahmet olanı getirecek zincirin ilk halkası oluyor. İkincisi, adak olarak doğup mabede adanıyor ve İsa’ya annelik ediyor. Üçüncüsü, şer işi için istediği fetvayı alamayan zalim kral tarafından koç gibi kellesi kestirilerek şehit ediliyor. Bu üç örneğe Allah Resulünün babasını da eklemek gerek. O da bir duanın, Abdulmuttalib’in gökleri sallayan duasının mahsulü. Kâbe’nin hazinelerini gasp etmek isteyen eşkıya çetesine karşı koyamayınca, ellerini semaya kaldırıp dua ediyor. Allah on evlat verince de, adağını yerine getirmek için kurban ediyor. O da büyük dedesi Hz. İsmail gibi son anda bıçak altından alınıyor. Allah Rasûlü “Ben iki kurbanlığın oğluyum” derken bunu kastediyor.

Kıssadan hisse: Büyük dualar, büyük icabetlere medar oluyor. Büyük icabetler, İsmail, Meryem, Yahya gibi büyük kurbanlar ortaya çıkarıyor. Dua sahiplerinin duaları karşılıksız bırakılmıyor. Fakat imtihan yine bitmiyor. Bu kez sınavın şekli değişiyor. Her biri yolunu beklediği evladıyla başka bir biçimde sınanıyor. Bütün bu örnekler adeta “Hayat bu, Allah’ın sünneti bu, büyük olmak bu, gök kubbeye kalıcı bir ses koy vermek bu!” diyor. Ve bize Allah’a adanmış bir hayatın ödülünün büyüklüğünü öğretiyor hepsi de. Bilvesile okurlarımın ve tüm müminlerin Kurban Bayramı’nı tebrik ederim.

Kurbanımız kurban, bayramımız bayram olsun. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun: Şimdi haber aldım, omuzlarım çöktü. Prizren’in gülü gitmiş; can dostum, Balkanlar’ın ilim çeşmesi, yiğit âlim Dr. Yakub Hasîbî bir yolculuk sırasında Hakk’a yürümüş. Balkan Müslümanlarını öksüz bırakmış. Rabbim mekânını cennet etsin, yerini doldursun.

Yorum Yaz