Küresel değersizleştirme ve gençlik (II)

Geçen yazının bittiği yerden başlayalım:

“Yaşlanan gençlere” rahmet okuyan peygamber “gençlenen (“gençleşen” değil, çünkü bu imkansız) yaşlılara” da teessüf etmişti. Yani, hayatı biyolojik bir organizma olarak algılayan mantığa…

Çünkü bir yaşlının genç olmadığı halde “gençlenmesi”, hayata yamuk bakışının tezahürüydü. O hayatı “biyolojik bir organizma” olarak okuduğu için bu organizmanın en aktif çağında görünmek istiyordu. Eğer bura ve ötesiyle, hayatın iki yüzünü bir arada görecek derin bir bakışa sahip olsaydı, genç görünmeyi, “bilgi ve bilgeliğe” tercih etmezdi.

Asıl mevzua dönelim. Küresel değersizleştirmenin mimarı Batı modernizmi, neden hayat merdiveninin basamaklarını birbirinden kesip ayırarak “gençlik” üzerine oynuyor? Bunun cevabını vermiştik: Toplumsal kesimler içerisinde üretim ve tüketim süreçlerinde kullanılmaya en elverişli ve “sağmal” kesiti “gençlik” oluşturuyor da, ondan.

Modern akıl, hayat merdiveninin basamaklarını kesip ayırmakla, bu kesimin “kullanılma” verimini maksimuma çıkarıyor. Onu, çocukluğunun ve olgunluğunun arasındaki doğal yerine yerleştirmiyor. Çünkü hayat merdiveninin “bebeklik”, “çocukluk”, “olgunluk” ve “ihtiyarlık” basamakları için de birer vitrin oluşturulmuş ve tüketime elverişli kılınmış. Bütün bu basamakların her birine, en basitinden en gelişmişine dek uygun oyuncaklar sunulmuş. Uygun oyun alanları icat edilmiş. Hatta mekanlar bile ayrıştırılmış.

Sonuç vahim: Artık insan, doğumdan ölüme, insan olmak için kemal basamaklarını tırmanan bir “yolcu” değil. Hayat da, basamaklarına basılarak insaniyetin doruklarına tırmanılan bir merdiven değil. Ya ne? Birbirinden kesilerek kopartılmış ve merdiven özelliğini yitirmiş ayrı ayrı basamaklar.

Hayat ırmağını oluşturan her kesit, ayrı bir kompartımana tıkılmış. Tıpkı alabalık üretme çiftliklerinin “yemleme havuzları” gibi.

Gençlik kompartımanında olanlar, önceki ve sonraki kompartımanlardan kopuk. Bu nedenle de bebekliği ve çocukluğu üzerine “tezekkür”, olgunluğu ve ihtiyarlığı üzerine “tedebbür” edemiyor. Bunu yapamayınca, hayatın iki yüzü olan “yaşam ve ölüm” üzerine de “tefekkür” edemiyor. Onu bundan mahrum edenler, “üretme çiftliğinin” sahipleri. Onu en çıtır ve genç çağında müşterilerine sunup sırtından para kazanmanın hesabını yapan “insan tacirleri” onlar. Spor, müzik, sanat onların çiftliğine yeni “mallar” kazandırmak için istismar edilen birer enstrüman konumuna indirgenmiş vaziyette.

Peki çare ne?

Çare belli:

  1. Şahsiyet
  2. Cemaat
  3. Daru’l-Erkam
  4. Suffe

Şahsiyet, modern dünyanın yemeye elverişli hale getirmek için insanı “bireyleştirmesine” karşı direnmenin tek yolu. “Kesrette vahdet” modelinin insan tekindeki tezahürü… Cemaatin bir üyesi fakat “akıllı”, “farklı” ve “kendini gerçekleştirmiş” üyesi.

Vahiy kendisini inşa eden özne, kendisi de hayatı inşa eden özne olmuş bir kişilik. Zamanın ve şartların şekillendirdiği değil, zamanı ve şartları şekillendiren bir kişilik. Eşyadan bilgiye, bilgiden “ilme”, ilimden hikmete, hikmetten hakikate ulaşan bir kişilik. Modernizmin insanı bireyleştirmede “okul”a yüklediği fonksiyon, şahsiyeti hedefleyen İslam’da “ev”e ve “aile”ye yüklenmiştir. Yani evsiz ve ailesiz şahsiyet olmaz.

Cemaat… Günümüzde en çok haksızlığa ve gadre uğramış bir İslami kavram. Hem de, cemaat olduğunu söyleyenlerin bir “cemaate” değil “cemadata” yakışan tavırları yüzünden. Fakat bu haksızlık. Cemaatin yerine neyi koyacaksınız? “Toplumu” mu? Toplum, Abdurrahman Arslan’ın da ifade ettiği gibi, kendini “ulus devlet”e referansla tanımlayan bir sosyal yapı. “Vatandaşlık” temelinde yükselir. Bu özünde “seküler” bir tanımlamadır.

Bir mümin için hiçbir şey ifade etmez. Cemaat, “kalabalıklardan” gelecek saldırıya karşı gerçek ve alternatifsiz bir sığınaktır. Yoksa mı? Yoksa “mü’minler sadece kardeştirler” ayeti yerine “kredi kartınıza ve emeklilik cüzdanınıza” iman etmek zorunda kalırsınız.

Daru’l-Erkam… Mekke’de sahabenin bu modele “Daru-l-İslam” adını verdiklerini biliyor muydunuz? Aslında bu model, Firavun’un anaların rahmine kadar uzanan zulmüne karşı tek çıkış yolu olarak Hz. Musa’ya vahiy tarafından önerilmişti: “İnsana istikamet açısı veren, iman sığınağı ve karargahı olan evler” (10 Yunus 87).

Cins birer tohum olan çekirdek kadroların yüreğine bire bin veren iman çekirdeklerinin cins bahçıvanlar eliyle ekildiği cins tarlalar olan evler. Uygun iklimini de bulunca, kim durdurabilir baharı?

Ve Suffe… Şahsiyeti hayatla uyum için her tür yararlı bilgiyle donatan ilim ve hikmet merkezleri. Çağın “kara kurum” üreten kurumlarına karşı “akleden kalbi” arıtıp damıtan birer imbik olan müesseseler.

İşte “küresel değersizleştirme”ye karşı, gencinden yaşlısına, çocuğundan büyüğüne, kadınından erkeğine, kendisine “fiyat biçenlerin” değil “değer gözetenlerin” özenle uygulaması gereken reçetenin bu olduğunu düşünüyorum. Ancak o zaman, eline aldığını değersizleştiren bir çağa karşı direnebilme şansını yakalayabiliriz.

 

Yorum Yaz