Marifetullah “Allah’ı bilmek” değil “anlamak”tır

10 yılın projesiydi. Okurlarımın “Nerede kaldı Esmaü’l-Hüsna?” sorularından artık bunalmaya başlamıştım. Nihayet “Kur’an’a Göre Esmaü’l-Hüsna’ya” başlayabildik.

Dostların nazik davetlerine icabet edemeyişim bundandır. Yakınlarıma Esmaü’l-Hüsna’yı bitirene dek beni soranlara “O şimdilik öldü deyin” dedim. Bilenler bilir: Bu işler ölmeden olmaz.

Neden Esmaü’l-Hüsna? Rabbini bilmeyen neyi bilir ki? Rabbi tanımayan kimi tanır ki? Rabbini anlamayan nasıl kulluk eder ki?

İyi de, insan Allah’ı nasıl bilecek, tanıyacak, anlayacak? Bu mümkün mü? Allah sınırız ve mutlak bir varlık, insan ise sınırlı ve kayıtlı bir varlık. Sınırlı biri sınırsız bir varlığı nasıl tanısın? O’nu tanımaya nasıl cüret etsin? O’nun hakkında konuşmaya nasıl yeltensin?

Diyelim ki cüret etti. Bu durumda ne kadar isabet kaydeder? Varlık evreninin en küçüğü hakkında dahi bilmeden konuşmak insanın güvenilirliğini zedeliyor. Ya varlığı Var Eden hakkında bilmeden konuşmanın insan üzerindeki yıkıcı etkisi nic’olur?

Diyeceksiniz ki, insan Allah hakkında bilerek ne kadar konuşabilir? Daha insan kendisi hakkında konuşurken dahi tükeniyor. “Ben” diye başlayanın dahi “ben”i hakkındaki bilgisi sınırlı. Gözüyle gördükleri hakkında konuşurken yetersiz kalıyor. Hem gördüğünün sadece görünen kısmını gördüğü ve bir de onun görünmeyen kısmı olduğu için, hem de göz yanılttığı için. Ya “zuhurunun şiddetinden görünmeyen” Allah hakkında nasıl konuşsun insan?

Bu bir problemdir. Bu problemin tek sağlıklı çözümü vardır: Allah’ı yine kendi dilinden öğrenmek. Vahiy Allah’ı öğreneceğimiz ve tanıyacağımız en sağlıklı adrestir. Çünkü vahiy O’nun kelamıdır. İnsan Allah’ı kendi tanıttığı gibi tanımak zorundadır. Bu Allah’ın emridir:

“O’nu size gösterdiği gibi anınız.” (2: 198)

“O’nu, siz bilmiyorken size öğrettiği gibi anınız.” (2: 23)

Siz kalkar da “Hayır O’nu ben kafama estiği gibi, keyfime geldiği gibi, zevkime uyduğu gibi, kendi bildiğim gibi anarım” derseniz, bu şuna benzer: Biri size kendisini tanıtıyor. Siz ısrarla diyorsunuz ki; “Yok, sizin kendinizi tanıtmanızın hiçbir önemi yok. Sizi ben tanımlayacağım. Siz de buna uyacaksınız. Sizi ben sizden iyi tanırım.”

Bu ne cüret! Allah’a karşı yapılınca bunun adı cüret olmaktan çıkıp başka şey olur.

İnsan, kendisini bile Allah’tan öğrenmeye muhtaç iken, kalkıp Allah’ı Allah’tan öğrenme yerine kendisi tanımlamaya kalkarsa çevireceği çamları varın hesap edin.

Siz fani bir varlık iken başkalarının sizi kendinizden öğrenmesini istiyorsunuz. Sizi başkalarından öğrenmemeleri için tedbir alıyorsunuz. Çünkü sizi başkalarından tanımak tanımamaktır. İnsan insan iken bunu ister de Allah’a kendisine reva görmediğini reva görmeye kalkar. Bu nasıl iştir?

Vahiy, “marifetullah”ın ilk mektebidir, fakat tek mektebi değildir. Kevni vahiy olan tabiat ve insan da marifetullahın mekteplerindendir. Esere bak müessiri tanı. Fiile bak faili tanı. Sanata bak sanatkarı tanı. Yarattıklarına bak Yaradan’ı tanı.

Marifetullah, Allah’ı bilmek değil Allah’ı anlamaktır. Kişi anladığı kadar Allah’a teslim olur. Kişi anladıkça Allah’a teslim olur. Allah’ı anlamak hayatın nihai gayesi olsa gerektir. İşte tam bu sebeple Allah Rasulü o meşhur sözü söylemiştir: “Allah’ın doksan dokuz adı vardır. Bunları ihsâ eden (ahsâhâ) kesin cennete girer.” (Buhari)

İbn Teymiyye’nin dediği gibi bu “doksan dokuz” rakamı Allah’ın esmasını sınırlandırmayı amaçlamaz (Der’u Tearuz). Bu mecazdır ve “çok sayıda” veya “sayısız” anlamını verir. Peki ya “ihsa” ne? Bu kelimeyi sadece “ezberleme/sayma” olarak açıklayıp, yaygın anlayışta olduğu gibi “Kim 99 ismi ezberlerse/sayarsa cennete kesinlikle girer” şeklinde anlarsak doğru olur mu? O zaman bunun anlamı “say 99 kelimeyi, gir cennete” olmaz mı?

Burada durun. Hadisteki “ezberleme/sayma” anlamı verilen ihsa kelimesinin 20’den fazla anlamını tesbit ettim. Bunlar arasında, “O’nun esması üzerinde tefekkür, sıfatlarını taakkul, geçmişte yarattıklarını tezekkür, hale tasarrufunu tefakkuh, geçmişteki tasarrufuna bakıp gelecekteki tasarrufunu tedebbür etmek, onları tabir etmek, O’na yönelmek (rağbet), büyüklüğünü kavramak (taazzum), saygı ile titremek (rehbet), tahdis (iyiliklerini sıralamak), ahlakıyla ahlaklanmak, saymak, hesaplamak, hafızaya almak” gibi anlamlar da var.

Tüm anlamlarıyla Allah’ın esmasını “ihsa eden”, yani “O’nu anlayan, ahlakıyla ahlaklanan” elbette cennete girer, değilse kelimeleri ezberleyip sayan değil.

Yorum Yaz