Meğer “irtica” İslam’ın “kod adı” değil miymiş?

“İrtica İslam’ın ‘kod adı’ mı?” diye sormuştum.

Artık açıkça anlaşıldı ki, “irtica” ile kastedilen “İslam”dır. Aslında bunun böyle olduğu başından beri erbabı tarafından biliniyordu. Fakat geniş kitleler birilerinin “irtica” derken İslam’ı kastettiklerinin bilincinde değildi. Şimdi sokaktaki insan da artık “irtica” deyince bununla “İslam”ın kastedildiğinden kuşku duymuyor.

“İrticaya karşı topyekûn savaş” ilan edenlerin, bu savaşta “irtica” gibi kimi sözcükleri bir kamuflaj malzemesi olarak kullandıkları ortaya çıktı. Bunun “semantik bir terör” olduğunu söylemiştim. Bu semantik terörü estirenler, aslında “topyekûn savaş” ilan ettikleri ‘düşman’ın gerçek adını söyleyecek kadar dürüst ya da yürekli değildiler. Onun için de “kod adı” kullanıyorlar, “parolalar” ve “sahte sözcüklerle” savaşı sürdürüyorlardı. Fakat sonunda saklanılan gerçek ortaya çıktı. Anlaşıldı ki “İrtica’ya karşı topyekûn savaş” cümlesinin gerçeği “İslam’a karşı topyekûn savaş” idi. “İrticaın başı ezilecek” tehdidi “İslam’ın başı ezilecek” anlamına geliyordu. Tabii ki “mürteci” de “Müslüman” yerine bir “kod isim” olarak kullanılıyordu.

İlginç olan, bu gerçeği yabancıların da tüm çıplaklığıyla fark etmiş olmalarıydı. Türkiye’de “irtica” ve “mürteci” sözcükleriyle kimin kastedilmiş olduğuyla ilgili olarak 6 Eylül’de ABD Dışişleri Bakanı tarafından resmen açıklanan ve Kongre’ye de sunulan “Uluslararası Dini Özgürlükler” Raporu’nda kullanılan dile dikkat ettiniz mi? Bu raporda Türkiye ile ilgili satırlarda bu ülkede İslam’a karşı başlatılan topyekûn savaşın “kod dili” bir kripto gibi deşifre edilivermişti. Bakınız şu cümlelerde kullanılan dile:

“Türkiye’de laik elitin desteğiyle askerler ve yargı Müslümanlara karşı gizli ve açık savaşı sürdürdü.” Raporda yer alan bir başka cümlenin dili de aynı yalınlıkta: “Müslümanlar, kamu kurumlarında ve üniversitelerdeki kılık kıyafet konusunda ateşli bir tartışmanın odağında.” Yine raporun bir başka yerinde “Raporun hazırlandığı dönemde, ülkedeki laik elitin desteğiyle ordu ve yargı Müslümanlara karşı gizli ve açık savaşına devam etti” deniliyor.

Bu raporda kullanılan dile, hatırladığım kadarıyla “İslam’a karşı topyekûn savaş” ilan eden kesimlerden herhangi bir yalanlama gelmedi. Hoş, gelmesi hakikatin yalanlanması olurdu ki, Türkiye’deki “irtica” ve “mürteci” sözcükleri ne kadar gerçeği yansıtıyorsa muhtemel bir itiraz da o kadar gerçeği yansıtacak demekti.

Dilin bir savaş enstrümanı olarak kullanılması bizde yeni değildir. Bu ülkedeki tepeden dayatılan ‘çağdaşlaşma’ projesinin tarihi, dilin bir savaş aracı olarak kullanılmasının da tarihidir. Sanırım, III. Selim’in akıl hocalarının ‘cedit: yeni’ (nizam-ı cedit, sekban-ı cedit) sözcüğünü kullandıkları günden bu güne, birçok sözcük bu ülkedeki seçkinler tarafından halkın değerlerine karşı kurşun gibi kullanıldı ve eskilerinin yerine yenileri namluya sürüldü.

Hatta telaffuzlar bile ideolojik savaşın aracı olmadı mı? Bir zamanların ‘birinci tehdidi’ iken 28 Şubat’tan bu yana sırasını İslam’a veren PKK’yı “pe-ka-ka” şeklinde telaffuz etmek resmi görüşe “pe-ke-ke” şeklinde telaffuz etmekse muhalif görüşe mensup olmakla nitelendirilmişti. Şimdilerde aynı şey, tarihleri bilinmeden Cumhuriyet tarihinin yazılmasının imkansız olduğuna inandığım Sabataycılar tarafından yapılmıyor mu? Sanırım bundan böyle Sabataistler’in Türkçe dil yapısına uygun olmayan bir biçimde “Sabetay” telaffuzu üzerinde ısrar ettiklerine sık şahit olacağız.

Evet, İslam’la “irtica” adı altında savaşanların bunu neden böyle yaptıkları belli. Beni asıl meraka gark eden şey, bu savaşta kullanılan irtica sembolünün İslam’ı sembolize ettiğini bile bile, Müslümanlar içerisinde hâlâ hatırı sayılır bir kesimin neden bunu anlamak ve kabullenmek istemediği!

Cidden, sosyo-pisikolojik bir durumla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Acaba insanlar nenemin mantığıyla “Aman, ağzından yel alsın!”, “Öyle deme, üstünden ırak olsun!”, “Kırk kez öyle dersen, öyle olur!” duygusallığıyla mı yaklaşıyorlar bu olaya? Gerçeği bir türlü kabullenmek istememelerinin nedeni bu mantık mı? Müslümanların başlarını kuma gömmeleri gerçeği değiştirir mi?

Yoksa gerçeğin ne olduğunu tüm çıplaklığıyla biliyorlar da, onlar da kendilerine savaş açan tarafı kendi taktikleriyle mi ‘durdurmaya’ çalışıyorlar. Yani, muhaliflerinin silahıyla silahlanma taktiği mi bu?

“Görmedim, duymadım, bilmedim”in çok kaza bela savdığını ‘amentü’lerine ilave edenler mi var? Bunlar değilse ne?

Bir ihtimal daha var: İslam’ın bekası için bunu da sineye çekelim, mantığı.

Garip, gerçekten garip. İslam’ın beka sorunu olduğunu nereden duydular, kim söyledi? İslam’ın son vahyi olan Kur’an’da, İslam’ın korunmasının Müslümanların eline bırakılmayacak kadar ciddi bir iş olduğu vurgulanıyor.

İslam’ın beka sorunu yoktur.

Niçin’i bir başka yazıya.

( 29 Eylül 2000 )

 

Yorum Yaz