“Metâ’un kalîl”

Sekülarizmin ölüm krizi, beni öldürecek. Allah’ın gör dediği yerden bakınca çok komik görünüyorlar; komik ve trajik.

Ölüm karşısındaki acziyetlerini bastırmak için, yapmayacakları numara yok. Tıpkı mezarlıktan geçerken ıslık çalan zavallıya benziyorlar. Ya da, kötü ruhları kovmak için tamtam çalan animiste. Bu akıl, amansız bir fırtınaya tutulan gemide, son çare olarak Allah’a yakaran bir müşrikin fıtri refleksinden bile mahrum.

Şu kesin: Seküler akıl, ölüme hep peştamalsız yakalanıyor. Bu aklın ne mal olduğunu görmek isteyen, ölüm karşısındaki endazesiz, hırçın, yapmacık, ikiyüzlü ve nobran tavrına baksın. Ölüm, seküler aklın aklını başından almaya, maskesini yüzünden sıyırmaya yetiyor. En rasyonel, en nazik, en centilmen geçineni bile, ölüm karşısında dengesini yitirip başlıyor yalpalamaya.

Ama bu neyi değiştirir ki? Ölüm Allah’ın koyduğu kevni bir yasa. Allah’ın şer’i yasalarına karşı savaşanların zoruna giden de bu galiba. Keşke aynı kolaylıkla kevni yasalarına karşı da savaşabilselerdi, bu onlara ne kadar haz verirdi. Ama olmadı, olmuyor, olmayacak. Buna fena halde bozuluyor olmalılar; bunca garipliği de bozulduklarını belli etmemek için yapıyorlar.

İşte buraya yazıyorum: Mahlûkat ağacının şerefli meyvesi olan insanı tekrar hayvanlığına irca etme ideolojisi olan sekülarizmi, içine girdiği ölüm krizi öldürecek.

Yunus ne güzel söylemiş:

Âşık öldü diye sâlâ verirler

Ölen hayvan imiş âşıklar ölmez

Evet aslında, insan için modern zihnin anladığı manada bir ölüm yok. Biliyorum, “yok oluş” anlamında bir ölüm, seküler aklın tercihidir. Söz konusu akıl bu tercihi, insanla solucanı aynı akıbete mahkûm etmenin, solucana onur değil insana hakaret olduğunu bile bile yapıyor. Aslında, “tek dünyalı” bir aklın yapacağı daha iyi bir tercih de yok. Yok, yok olmasına da, ah bir de “yok” saydığı ahiretin yokluğundan emin olsa. Hadi emin olamadı, bari bu ihtimali akla getirerek keyif kaçıran şu ölümler olmasa!

Offf! Onlar açısından bakınca, ne kadar can sıkıcı bir durum!

Ne yapalım, devletin kolu “Devlet Mezarlığı”na uzanıyor, ama devletin istihbaratı ahirete uzanamıyor. Oradan bize bilgi aktaracak tek kaynak Allah. Allah, oradan aktardığı bir bilgide, tek dünyalı bir zavallının, karşılığını Allah’tan alacağına inanarak yatırım yapmadığı ahiretle yüz yüze gelince yapacağı şu itirafı nakleder:

“Keşke toprak olup gitseydim!”

Kur’an, iradesiz varlıklar arasına karışıp toprak olup gitme talebine “ölüm” (mevt) demiyor, “yok oluş/unutuluş” (subûr) diyor. Ölüm yerine mutlak bir yok oluşu isteyenin orada alacağı cevabı da açık yüreklilikle veriyor:

“Bugün bir tek ölümü/yok oluşu çağırmayın, bu yetmez size; ölümleri çağırın, ölümleri!”

Ölüm dediğimiz, bir intikalden ibaret. Hayatın bir basamağından öbür basamağına geçiş. Hayat tek kat değil, hayat kat kat. Ölümü yok oluş sanmak, anne karnındaki bebeğin doğmayı ölüm sanması kadar çocukça. Seküler aklın mezara koyduğu cesede “rahat uyu” demesi de, en az o kadar eblehçe. Bu tavır, tek dünyalı bir zihnin züğürt tesellisidir, başka değil.

Bu züğürt tesellisine, âlemlere rahmet Hz. Muhammed’in verdiği cevap dünyalar durdukça durası cinsten: “Malum insanlar uykudadır, ölünce uyanırlar!”

Neymiş efendim? Uyumak için ölünmezmiş, asıl uyanmak için ölünürmüş. Hem de, “gözleri fal taşı gibi açan”, gerçek, riyasız, maskesiz, gösterişsiz, üniformasız, torpilsiz bir hayata uyanmak için. Ölülerini “Rahat uyu!” repliği ile toprağa gömenler, bedenin öldüğünü, fakat ruhun Allah tarafından “der dest edildiğini” (teveffâ) bilmeyen cahiller. Üstelik bunlar kadim cahiliyenin müşrik cahilleri değil, çağdaş cahiliyenin seküler cahilleri. “Yat yat uyu, uyu uyu yat” fişlerinin uyuttuğu neslin kalıntıları. Ne ki, mezarın devlet garantisinde olması, ölünün uyumasını garanti etmiyor. Zira ruh, Malik-i Asli’sinin huzuruna celp edilip “Ne gönderdin?” diye soruluyor. Malum tiplerin vereceği cevabı, Kur’an’dan takip edelim:

“Keşke dünyada yaşarken ahirete yatırım yapsaydım! İşte O Gün, O’nun mahrum kılmasının verdiği azap gibi, hiç kimse azap veremez! Hiç kimse(nin tezkiyesi) hiç kimseyi temize çıkaramaz!”

Bırakınız bozacıya şahit olan şıracıları, Allah Resulünün hırkasıyla kefenleseniz bile, bu gerçek değişmez. Tıpkı Peygamberin hırkasıyla kefenlenmeyi ve onun kıldırdığı namazla uğurlanmayı vasiyet eden Abdullah b. Ubeyy’e, bu istismarının hiçbir yarar sağlamadığı gibi. Gayet tabi, eğer biri hak ettiyse, “Burası Allah’a meydan okunacak yer değildir! Bu adama haddini bildirin!” denilir de, kimsenin gıkı çıkmaz.

Bil ki ey yolcu, ala külli hal öleceksin! Her ölen, ya “örnek” olur, ya “ibret”. Şu dünyanın hay huyu, sana ölümü unutturmasın. Yine bil ki, ahireti olmayan bir dünya hayatını vahiy “meta’un kalîl”, yani “tadımlık bir haz” olarak niteler. Her ne ki “meta”dır, şu dört asli arızaya müpteladır: Kamil değildir, daim değildir, sabit değildir, sadık değildir.

 

Yorum Yaz