Misyonerlerden korkanlar Müslümana niçin düşmanlar?

Müslümanların misyonerlerden korkmalarına elbette gerek yok.

Sahici bir Müslüman, İslam adına hiçbir güçten korkmaz. Korkmaz, çünkü İslam’ın cazibesi kendi özünden kaynaklanır. Sizden bizden, şu örgütlü güçten, bu cengaver kavimden değil. Eğer öyle olsaydı, sizin ve bizim halimiz malumken İslam yeryüzünde hâlâ cazibe odağı olmayı sürdüremez; onun çağrısı her ırk, renk, dil ve dinden sayısız kadın ve erkeğin kalbini fethedemezdi.

Sözün burasında, İslam’ın yayılış tarihi konusundaki en çaplı esere imzasını atan İngiliz oryantalist Sir Thomas W. Arnold’un eserinde dile getirdiği bir tespiti hatırlatalım:

“Beni hayrette bırakan kişisel tespitim odur ki; İslam siyasal gücünün en dibe vurduğu günlerde dahi, insan kazanımlarını sürdürmeyi başarabilmiştir.”

Körfez savaşında Müslüman topraklarını bombalasın diye gönderilen ABD askerlerinden Müslüman olanların sayısı 10 bine ulaşmış durumda. Bakalım, Afgan topraklarını bombalamak için gönderilenlerin kaçta kaçının karanlık yüreğine İslam’ın aydınlık çağrısı ulaşacak? Hep birlikte göreceğiz.

Gülünç olan ne, biliyor musunuz?

Misyonerlerden şikayetçi olanların başında, bu ülkede İslam’ın adını “irtica” koyup, bir numaralı iç düşman ilan eden çevrelerin ve onların alkışçılarının gelmesi?

Sadece komik değil, aynı zamanda trajik? Mahut 28 Şubat sürecinde Müslümanların neler çektikleri ortada. Hâlâ o acılar ve sancılar sürüyor. Dine-imana, Allah’a Kur’an’a, kâtibi meçhul (yoksa “meşhur” mu?) raporlarla sövüp saymaktan tutun da, kuruşuna kadar milletin malı olan İHL’lerin köküne kezzap suyu dökmeye; belli yaşın altındakilerin Kur’an okumasını yasaklayan kanun çıkarmadan tutun da, binlerce başörtülü kızın okuma hakkını elinden alıp sokağa atmaya; depremzedeye yardım için canla başla çalışan sakallı gençleri tutuklayıp içeri atmaktan tutun da, İslami vakıf(!)ların (vakıf zaten pür İslami bir kurumdur) tüm şubelerinin kapısına kilit vurmaya; “yeşil sermaye” adı altında esnaf ve sanayicileri fişlemekten tutun da, iftar verdi diye bir Başbakan’ı mahkeme önüne çıkarıp partisini kapatmaya varana dek neler yapılmadı ki?

İslam’a karşı başlatılan bu sindirme ve azaltma projesinin en doğru adını, bu projeye canla başla propaganda desteği veren bir gazete, şu manşetiyle koymuştu: “Topyekün savaş”.

Şimdi kalkıp da, “topyekûn savaşın” şurasında ya da burasında yer almış olanlar, Hıristiyan misyonerlerin çabalarından niçin rahatsız olurlar ki? Dahası, şikâyetçi olmaya hakları var mı?

Tabiat boşluk kaldırmaz. Eğer bir yerde boşluk varsa, orasını mutlaka birileri doldurur. Din ve iman insanoğlunun ontolojik ihtiyacıdır. Bu fıtri talep eğer meşru ve sahici bir arzla karşılanmazsa, mutlaka birileri bu talebi görüp harekete geçerler ve talebi sahte arzla karşılarlar. Bu her alanda böyledir.

Siz dini “irtica” olarak, dindarı “düşman” olarak, Kur’an’ı -hâşâ- “çağdışı” olarak kabul eder ve elinizdeki devlet imkanlarını kullanarak bu kabullerinizi resmi politika haline getirirseniz, Hıristiyan’dan Budist’e, Maharaşimist’ten Bahai’ye, Yehova Şahidi’nden Şeytana Tapanlar’a, sahte peygamberden türedi inançların dâhilerine kadar her türden misyoner, bu boşluğu doldurmak için harekete geçecektir.

Hıristiyan müminlere bir sözümüz olamaz. Hatta bir Hıristiyan mümin samimi olarak inanıyor ve yaşıyorsa, inandığı değerleri başkalarına anlatmasında da bir gariplik yok? Kitap Ehli dindarlarla Müslümanların ortak paydası imandır. Eğer bu iman şirkten arındırılmış tevhidi bir iman olursa, Kur’an bunu “ortak payda” olarak sunmakta ve şu daveti yapmaktadır:

“De ki: “Ey Kitap Ehli, aramızda ortak bir paydaya gelin: Buna göre Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, O’ndan başkasına ilahlık yakıştırmayalım ve Allah’ı bırakıp da (din adamları sınıfı olarak) birbirimizi mutlak din otoritesi edinmeyelim.” (3.64)

Dolayısıyla, Müslümanların korkacağı kimseler samimi Kitap Ehli kimseler değildir. Asıl korkulacak olan dine karşı “topyekûn savaş” açan ilhad akımıdır ve her Müslüman gibi samimi her Hıristiyan da bu “köktendinsiz radikal ateizme” karşı mücadele vermekle mükelleftir.

Bir misyoner Müslümanı neye çağıracaktır ki, Müslüman bundan korksun? Çünkü o zaten Hz. İsa’nın peygamber olduğuna, İncil’in asli haliyle kutsal bir vahiy olduğunu iman etmeden Müslüman olmuş sayılmaz. Bu, Kur’an’ın kendisinden istediği imanın bir parçasıdır. Hıristiyan misyonerliğinin Müslümanlar karşısındaki açmazı da buradadır.

Peki bu gerçek gün gibi ortadayken, bir Müslüman misyonerlik faaliyetlerinin kurbanı olarak nasıl İslam’dan vazgeçer? Dinini bilen samimi bir Müslüman’a, misyonerlerin bildik polemiklerinin hiçbir etkisi olamaz ve şimdiye dek olduğunun örneği de görülmemiştir.

Peki bu “Hıristiyan olan Türkler” de neyin nesi?

Evet itiraf edelim ki, onlar Hıristiyan olmak için İslam’dan çıkmadılar. Çünkü onlar zaten İslam’la nüfus cüzdanındaki “İslam” yazısı dışında hiçbir bağ taşımıyorlardı. İslam’a karşı savaş açan ve onları alkışlayan çevrelerin eseri onlar.

Türkiye’de Hıristiyan olan gençler İslam’ı terk ederek değil, İslam’ın yerine her alanda alttan alta ikame edilmeye çalışılan “resmi dini” terk ederek Hıristiyan oldular. Misyonerlerin en çok müşteri bulduğu yerlerin başında İslami atmosferin en zayıf olduğu bölgelerin gelmesi bunun en çarpıcı göstergesidir. Benim tanıdığım Türk papazın da İzmirli olması, tesadüf mü dersiniz?

İşin özeti şu: Hıristiyan olan Türk gençleri İslam’ın mürtedi değil, “topyekûn savaş” ilan edilen İslam yerine ikame edilmeye çalışılan “resmi-seküler dinin” mürtedidirler.

Dolayısıyla korkanlar, korkması gerekenlerdir; çünkü projeleri dökülmektedir.

Müslümanlara gelince; onlara göre, ortada endişe edilecek bir durum bulunmamaktadır.

 

Yorum Yaz