Modern hayatın “en”leri (2)

En geleceksiz hayattır?

Çünkü gerçek bir gelecek tasavvuru, bedenin ömrünü aşmak zorundadır. Bedenin yaşamıyla sınırlı bir gelecek tasarımı, insanı “hiçliğin” ve “saçma”nın umutsuzluk gayyasına düşürecektir. Bu da ahirete imanla olur. Modern hayatın ideal toplumu Batı’da yapılmış bir sondaj çalışmasında, ölümden sonrasına inananların oranı Allah’a inananların oranından aşağıdadır. Rakamlarla Allah’a inananların içerisinde ahirete inananlar ancak % 64’ü bulmaktadır. Bunların % 12’si ölümün mutlak yok oluş olduğuna inanmaktadırlar. Daha da ilginci, Hz. İsa’nın yeniden döneceğine inananların % 17.6’sı, ölümden sonra dirilişe inanmamakta, % 25’i de bundan kuşku duymaktadır.

En insansız hayattır?

Çünkü modern aklın inşa ettiği bir hayat, insanı hem kendi içerisinde hem de dışında yalnızlaştıran bir hayattır. Çünkü ailenin düşmanı bireycilik bu hayatın tabiatıdır. Bireycilik, insanı kendi içinde yoksullaştırıp kendisinden mahrum bırakırken, kendi dışında da diğer insanlarla ilişkisini mekanikleştirmektedir.

Roman, gazete, televizyon ve hatta internet, modern Batı’nın insansızlaştırılan hayatında oluşan boşlukları doldurmak için icat ettiği sanal dünyadır. İnsandan ve insan ilişkilerinin sahici sıcaklığından boşalan yer bu tür ruhsuz araçlarla doldurulmaya çalışılmıştır. İnsanı kendisinden ve insanı insandan uzaklaştıran modern hayat, insanı sadece kendisine ve hemcinsine karşı yabancılaştırmakla kalmamış, aynı zamanda kendisi ve çevresiyle kavgalı hale getirmiştir. Daha 17. yüzyılda Thomas Hobbes’un diliyle bu sapma “insan insanın kurdudur” ya da “herkesin herkesle savaşı” şeklinde formüle edilmiştir.

Modern hayat insanın konforunu artırmıştır, mutluluğunu ve anlamını değil. Teknoloji zafer kazandıkça, insan anlam kaybına uğramaktadır. İnsanın imtihan araçlarından biri olan eşya, hiç bu kadar insanı kendisine bağımlı ve köle kılmamıştı. Modern hayatta, insanın dışı güzelleştikçe içi çirkinleşmekte, dış dünyası zenginleştikçe iç dünyası yoksullaşmakta, imkânı büyüdükçe özgüveni ve güveni küçülmektedir. Burada terslik insanın eşyaya (bu arada “teknolojiye”) sahip olup onu kullanmasında değil, eşyayla kurduğu ilişkinin niteliğindedir. Bu terslik, olması gerekenin tam tersi bir sonuç doğurarak, eşyayı insanın sahibi ve efendisi kılmış, insanı da eşyanın kölesi kılmıştır. Sonunda eşya özne, insan nesne durumuna düşmüştür.

En laubali hayattır?

Modernizm, hakikati çarpıtmıştı. Onu aşma iddiasıyla ortaya çıkan postmodernizm ise, hakikate karşı insanı müstehzileştirerek, “ne koysan gider” laubaliliği, “sen de haklısın, sen de haklısın” kayıtsızlığını getirdi. Normsuzluk norm halini aldı.

Modern Batı’nın inşa ettiği hayatta ahlak mutlak değil, mukayyettir. Bir İngiliz, bir İngiliz’e karşı, İngiltere’de gösterdiği ahlaki davranışı bir zamanlar sömürgesi olan Hind alt kıtasında bir alt kıtalıya karşı göstermemektedir. Bu ‘hesaplı ahlak’tır. Ama bu ahlaksızlığın en ahlaksız yanı, o İngiliz’in bu davranışı normal kabul etmesidir. Sonsuz ilerleme miti, ahlaki davranış kalıplarını imha etmiştir. Özellikle siyaset, bilinçli bir biçimde ahlaksızlaştırılmıştır. Batılı politika babaları, uluslararası ilişkilerde ahlakın yerine çıkarı koyalı çok olmuştur. Değilse, yarım yüzyıl içinde 60 milyon insanın hayatına mal olan iki dünya savaşı çıkarmanın ahlaki izahı yapılabilir miydi?

İnsanlık tarihinde eşi görülmemiş bu vahşetin ardından “Bir daha asla!” diyen bir kollektif akıl, hemen yanı başındaki Bosna ve Kosova’da gerçekleştirilen toplu katliamlara “Bir daha asla!” sloganını yalanlarcasına seyirci kalabilmiştir. Batı bu anlamda, hicri 2. yüzyılda İmam Ebu Hanife’nin büyük talebesi Muhammed b. Hasan eş-Şeybani’nin (öl. 189 h.) yazdığı es-Siyeru’l-Kebir’de ortaya konulan uluslararası ilişkilerde korunması gerekli ahlak ve adalet standartlarını değil uygulamak, hâlâ entelektüel gündemine dahi alabilmiş değildir.

En tüketici hayattır?

Eline geçirdiği tüm değerleri satışa sunmaya hazırdır. Modern hayatta Kur’an’ın “rızık evrenseldir” düsturunun karşısında, “açlık küreseldir” mantığı yer alır. Peygamber’in “kanaat zenginliktir” düsturunun karşısında ise “daha fazlasını iste” sloganı?

Modern hayat manevi değerleri de tüketime sunmuştur. Fransız sosyal bilimci Jean Baudrillard, “Geleceğin ilkel toplumu” dediği Amerikan kültürünü “Bir çöl gibi trans-estetiktir” diye tanımladıktan sonra şu çarpıcı tespiti yapar: “Tüketicinin zihninde, otomobilin maddi gerçeğiyle metafizik mutluluk kavramı aynı şeydir.” İşte mutluluğun metalaştığı, hayatın içinin boşaltılıp koflaştığı nokta. Hakikat karşısında bunca kayıtsız kalan bir hayatın, insanlık haysiyeti, cinsellik, emek, inanç, insan ve tabiat da dahil tüketmeyeceği hiçbir şey yoktur. Yine Baudrillard, bu dehşet sele Çin ve Rusya da dahil herkesin kapıldığını dile getirdikten sonra sözünü şöyle tamamlar:

“Bir tek istisnası var: İslâm. Dünyayı süpüren radikal kayıtsızlık seline karşı bir tek tehdit.”

Yorum Yaz