Motosikletli Ebuzer

80’lerin ilk yarısıydı ama kesin hatırlamıyorum hangi yıl olduğunu.

Bana getirildiğinde ortaokul talebesiydi. “Bu Hakan Albayrak” diye tanıştırmışlardı öğrenciler. Sarışın fiziğinin içinde Malcolmvari bir esmer öfkeyi taşıdığını fark etmekte gecikmedim; esmer, soylu ve üretken bir öfke.

Hakan birçoklarının bir ‘toksin’ gibi atıldığı bu ‘fitne sürecinde’, hep o soylu öfkesini değer üretmekte kullanmayı bildi. “Esas duruş”unu kaybetmiş omurgasız bir yığın insan arasında sevgili Hakan’ın hâlâ “esas duruşunu” bozmadığını gösteren “Çabukroman” (bu ‘yeni’ türün isim babası Murat Zelan), şu satırlarla başlıyor:

“Rüyasında Ebû Zerr’i görmüş her zaman olduğu gibi. Ebû Zerr çölde can çekişiyormuş. O esnada oradan bir kervan geçiyormuş. Karısı kervanın önüne atılıp “Ey Allah’ın kulları! Şurada yatan adam Ebû Zerr’dir; ölmek üzeredir. O soylu, o yoksul adama bir kefen sunacak kimse yok mu içinizde?” diye haykırmış. Kervandakiler ürpermişler: “Ne? Ebû Zerr mi? Yitik vicdanımız!” demişler. Hemen koşup Ebû Zerr’e bir kefen sunmuşlar. Ebû Zerr son bir gayretle doğrulup kefenin kamu malı olup olmadığını sormuş. “Değildir” demişler. “O halde kabulümdür” demiş Ebû Zerr. Kelime-i şehadet getirip ruhunu teslim etmiş. Son nefesi yüzyılları aşıp dostum Ebuzer’i bulmuş. Ebuzer titreyerek uyanmış. Kalkmış, giyinmiş, kuşanmış ve yola koyulmuş. Yolda beni görünce durmuş.

“Üstad” dedim, “ne var ne yok sorusuna bundan daha muhtevalı bir cevap almamıştım hiç… Bu aralar işsizim. Sana birkaç gün takılabilir miyim?”

Bavyera yapımı antik motosikletinin sepet kısmını işaret edip atlamamı söyledi. Vira Bismillah! Eski Türk denizcileri gibi “Ey rüzgâr, ne yandan esersen es; her yer bizimdir” diye gürleyerek yola koyulduk.”

Dücane’nin dediği gibi, gerçekten “şairce” bir tasarım Ebuzer. Aynı zamanda “tevbe” gibi, “istiğfar” gibi bir özeleştiri. Okuyanın dikkatini “onlara” değil “bize” çekiyor. Kaçamak yapmadan, hık-mık etmeden, “esas duruşunu bozanları” sorguluyor. Ebu Zerr’in, İslami hilafeti saltanata dönüştürme eğilimlerini sorgulayıp keskin diliyle her türlü sapmanın üzerine korkusuzca gidişini hatırlatıyor bu motosikletli Ebuzer. Bakınız, siyasete ahlakı taşıyamayınca ‘siyasetin olmayan ahlakına’ taşınan Müslüman bir ‘siyasetçi kardeş’e neler diyor:

“Dinle siyasetçi kardeş! Spike Lee’nin bir filminde yaşlı bir ayyaş önüne gelene Hey doktor, doğru olanı yap diyor. Bu laf çok doğru bir laftır, doğru olanı yapmak lazım. Ve doğru olanı doğru olduğu için yapmak lazım. Mesela danışmanların bir huzurevi ziyareti imajınız açısından hiç fena olmaz dediği için değil, hakikat itibarı ile hiç fena olmadığı için ziyaret etmelisin huzurevini. Bu arada imajının açısından dem vuran danışmanların olmamalı tabii. Her şey sahici olmalı, Peygamber gibi. Öyle olursa gelir gelecek olan.

Mânen ve maddeten. Yani hem buhur kokusu dolanır kafamızda, hem işçilerin alın teri kıymete biner, hem de Kosova’ya İslam bayrağını dikeriz. Hatta Belgrad’a. Hatta Londra’ya. Yerimizde saymamız da muhtemel tabii. Ve yerimiz yer oldu mu hiç sorun değil bu; Ebû Zerr’in Ebû Zerr olduğunu kim inkâr edebilir?”

Bu satırlarda, imanın işlevinin sahibini “evrensel insan” yapmak olduğunu, imanın iktidarda olduğu bir yüreğin milli misak sınırlarıyla yetinmesinin mümkün olmadığını görüyorsunuz. Bir Bosna’da, bir İstanbul’da, bir Afganistan’da bir İran’da görünüyor Ebuzer.

Hakan’ın şair yanı da görünüyor, şu okumasını bilene çok şeyler söyleyen dizelerde:

İşte böyle sevgili Humeyni seni Pink Floyd’un bir şarkısıyla anmak da varmış; How I wish you were here…

Bu beş yıldızlı otelde rulet masasının dibinde İslam felsefesini tartışırken üstatlarımız pat diye peydah olmalıydın sen yerde, eski bir seccadenin üstünde oturup öylece susmalıydın bir de mehdi haşimi olmalıydı yanında bre gafiller diye gürlemeliydi kurşun geçirmez camlardan halkın sesi geçer mi? ah hurma dalları yoksul mescidim…

Evet, eminim ki, benim gibi sizi de duygulandırdı Ebuzer; içinizin nicedir pörsümeye yüz tutmuş yanlarını yeniden canlandırdı. Bu dizeler bana şimdilerde “pasif nesnesi olduğumuz” dünyanın “aktif öznesi olduğumuz” günlerini hatırlatıyor. Dahası, Hz. Peygamber’in, Hendek Günleri’nde, açlıktan karınlarına taş bağlayan ashabına Bizans ve Pers saraylarının yıkılışını müjdeleyişini hatırlatıyor.

Milli Gazete’deki tefrikasının sonuna yetiştiği için hayıflanacak olanlar merak etmesinler; tahminim o ki, Ebuzer kitaplaşacak. Yüreğine sağlık sevgili Hakan!

( 10 Kasım 1999 )

 

Yorum Yaz