“Ne gülüyorsun, anlattığım senin hikayen!”

Sahiden de, İngilizler dünyanın en muhafazakar toplumu olarak bilinirler, değil mi?

Bana sorarsanız, toplum açısından değil ama devlet yönetimi açısından, dünyanın en muhafazakarı Türkiye’dir. İngiltere, bu alandaki muhafazakarlıkta, Türkiye’nin eline su bile dökemez.

Neden mi?

Baksanıza, üzerinden 78 yıl geçmiş olayların belgeleri bile, hâlâ sıkı sıkıya muhafaza ediliyor.

Mesela ABD-İngiliz işgali öncesi bir Musul tartışmasıdır aldı başını gitti. Fakat herkes “işkembe-i kübra”sından konuştu. Misak-ı Milli sınırları içerisinde olan Musul-Kerkük nasıl olmuştu da elimizden çıkmıştı? Hangi pazarlıklar dönmüştü? Olayın görünen sebeplerinin ardında yatan görünmeyen faktörler nelerdi? Bu pazarlıklarda “hilafet” kartını kim, nasıl masaya sürmüştü? Ne neyin karşılığı verilmiş, ne neyin karşılığı alınmıştı? Bu tartışmaların meclise yansıyan boyutu nasıldı? Bu tartışmalar sırasında ikinci mecliste neler dönmüştü? Daha sonra feci şekilde tasfiye edilen muhalifler arasında Musul meselesinin altını kurcalamayı “şeref borcu” bilenler de var mıydı? Başlarına neler geldi? Vs… vs…

Bırakın bütün bunları, devlet daha dün sayılan bir tarihte yaptığı anlaşmalara ilişkin rakamları telaffuz etmekten aciz olduğunu göstermedi mi?

Neden Türkiye devleti İngiliz devletinden daha muhafazakar, arz edeyim. Şeyh Said olayının üzerinden 78 yıl geçmesine rağmen, Türkiye arşivlerini sıkı sıkıya muhafaza ederken, İngilizler “gizli arşivlerini” çoktan açmışlardı bile.

Yalnız sözün burasında, hinliğiyle ünlenmiş İngiliz siyasetini göz önüne alarak, bir ihtiyat payı bırakalım. Belki bu arşivler içerisinde yer alan “çok özel” ilişkilere ait bazı belgeler hâlâ saklanıyor olabilir. Bunun tek ölçütü, açıklandığı takdirde İngilizlerin ya da onların rol yüklediği tarihi şahsiyetlerin imajlarının zedelenecek olmasıdır. Bu ihtirazi kayıttan sonra konuya tekrar dönebiliriz.

Yasal süre dolduktan sonra açıklanan İngiliz gizli belgeleri üzerinde yapılan birden çok çalışma mevcut. Mesela Erol Ulubelen’in İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye (Çağdaş yay, 1982) ve Bilal N. Şimşir’in British Documents on Atatürk 1919-1938 adlı eser (TTK, 1979), bunlardan sadece ikisi. Fakat bu tür eserleri tetkik ettiğimizde, az ya da çok bunların da “okuma-üflemeye” tabi tutulduğunu anlamakta gecikmeyiz.

İngiliz gizli belgelerinden kotarılmış eserler arasında Ömer Kürkçüoğlu’nun Türk İngiliz İlişkileri (1919-1926) adlı eserinin ayrı bir yeri var. En netameli zaman dilimine ilişkin İngiliz gizli belgelerini içeren eserde Şeyh Said olayı da yerini almış. İngilizlerin Şeyh Said ayaklanması hakkındaki kanaatlerini öğrenmek istemez misiniz?

Ayaklanmanın en sıcak günlerinden biri olan 4 Mart 1925 tarihli İngiliz istihbarat raporu, ayaklanmanın nedenine ilişkin olarak, “Türk hükümetinin, gerici ve dinci olarak nitelendirdiği hareketin hükümete sağladığı sıkıyönetim şartları sayesinde (Takrir-i Sükun ve İstiklal Mahkemeleri) her türlü muhalif unsuru ayıklama imkanı sağlamak için böyle bir provokasyona girişmiş olabileceğini” dile getirilir (s. 219).

Kürkçüoğlu’nun kendisi, gizli belgelerdeki bütün bulgulardan yola çıkarak “İngiltere’nin Kürt sorununa karşı genel ilgisi gereği ayaklanmayı yakından izlediği, fakat destekleyici bir tutumdan kaçındığı” tespitini yapar (s. 314).

Ayaklanmanın yönetimin provokasyonu olduğu düşüncesi sadece İngiliz belgeleriyle sınırlı değildir. Naşit Hakkı Uluğ da bu olayın “hükümetin provokasyonu” olduğu sonucuna varanlardandır. Uluğ’un bu yargısını Tek Parti’yle ilgili eserinde dile getiren Mete Tunçay, bütün belge ve bilgileri ortaya döktükten sonra şu yargıda bulunur: “Hemen belirteyim ki resmi ideolojinin ileri sürdüğü ve sol çevrelerce de benimsenen bu harekete İngiliz kışkırtmalarının yol açtığı tezi inanılması güç görünüyor.” (s.130)

Bu ayaklanma hakkında bir de “Kemalist” İngiliz ve Amerikalıların yaklaşımı vardır. Bunlardan Atatürk hayranlığıyla ünlü tuhaf biri olan İngiliz Lord Kinros şöyle der: “İstanbul’da öğrencilerle hamallar, bu dinsel gericilik gösterilerini şiddetle protesto ettiler. İsmet Paşa’nın Mecliste söylediği gibi, Cumhuriyet çocukları seferberlik çağrısına gönülden karşılık vermişlerdi.” (Atatürk-Bir Milletin Yeniden Doğuşu, s. 611)

Yahudi tarihçi B. Lewis’in yargısı değilse de, bu yargıyı ifade etmek için seçtiği kelimelerse şu tanıdık jargonu hatırlatıyor: “Kürt ayaklanmasını, Allahsız Cumhuriyeti devirmeyi ve halifeyi geri getirmeyi isteyen derviş ve şeyhler yönetmişti. Bunun üzerine Mustafa Kemal, tekkelerini kapatarak, birliklerini dağıtarak ve toplantılarını, ayinlerini ve özel kıyafetlerini yasaklayarak dervişlere karşı harekete geçti.” (M.T.Doğuşu, s. 611)

Ne ilginç tesadüf değil mi; günümüzde ABD’yi küresel eşkıyalığa ikna eden akıl hocaları arasında, S. Huntington ve Z. Brzezinski’den de önce Bernard Lewis yer alıyor. Daha da ilginci Atatürkçü Düşünce Kulüpleri Federasyonu üyelerinden oluşan 80 kişilik grup Beyoğlu’nda ellerinde Saddam’ın resimleri olduğu halde yürüyor ve Federasyon başkanı şöyle bir nutuk irat ediyor:

“Saddam heykelini yıkanlara sesleniyoruz: Burada yüzlerce Saddam var!”

Ne diyordu Horatius: “Ne gülüyorsun, anlattığım senin hikayen!”

İnşallah, bu günlerin iç yüzünü öğrenmek için bir 78 yıl daha beklemeyiz.

 

Yorum Yaz