Nikahtaki keramet ve şaşkın ördekler

Hemen ifade edelim: Nikahtaki keramet sadakatten kaynaklanır.

Çünkü nikah, iki taraf arasında karşılıklı rızaya dayalı olarak yapılan sözleşmedir. Sözüne sadık olmayanların sözleşmesinden ne çıkar? İhanete hangi sözleşme dayanabilir?

Eskilerin dilinde bu “sözleşme”nin karşılığı, “düğüm” kökünden türetilen “akit” idi. Düğüm iki ayrı şeyi birbirine eklemek için atılan ilmeğe denir.

Eşler arasındaki bu düğüm ne kadar sağlam atılırsa, bağ o kadar kavi ve uzun ömürlü olur. Düğümün sağlamlığı, düğümü atanların sebat ve sadakatlerinden bağımsız oluşmaz. Yani çürük ipe sağlam düğüm atmak marifet değildir. İplerden biri ya da ikisi çürükse, onlara dünyanın en sağlam düğümünü atsanız neye yarar? Kopmakla kalmaz, yekdiğerinden bir parçayı da kendisiyle birlikte koparıp götürür.

Bu yüzden İslam’da nikah “düğümdür” ama asla Katolik kilisesinin yaptığı gibi “kördüğüm” değildir. Sözleşme gerekçesini kaybettiğinde, dahası birliktelik bir birlik ve beraberliğe dönüşmeyip bir ıstırap ve zulme dönüştüğünde, usulü dairesinde düğüm çözülür.

Boşanma Hz. Peygamber’in dilinde “Allah’ın en sevmediği helal” olarak nitelenmişse, sebebi budur. İslam’da düğümü bağlamak gibi çözmek de kurallara bağlanmıştır. Daha doğrusu, nikah sözleşmesinin kerametlerinden biri de, düğümün çözülmesi halinde oluşacak mağduriyetleri telafi etmektir.

İşbu nikah düğümü, önemini ve kıymetini bu düğümü atan tarafların kendisine atfettikleri değerden alır. Nikah sözleşmesine “kira akdi” gibi bakan tarafların nikaha yükledikleri anlamı -daha doğrusu anlamsızlığı- düşünsenize bir.

Değil mi ama: Tüm sözleşmeler ve antlaşmalar soyut bir durum. Hukuki yaptırımlar bu soyutluğun muhtemel zararlarının önüne bir parça geçiyorsa da, işin özü yine de değişmiyor. Hele bu sözleşme bir ömür “sen bir yana ben bir yana yan yana” değil de, bir çift el ve bir çift ayak gibi biri diğerinin yerini tutmayan iki unsur ya da bir bütünün iki yarısını bir ve bütün kılmayı amaçlayan bir sözleşmeyse?

Nikah akdinin konusu mal ya da hizmet alımı değildir. Ve dahi akit bir öznenin nesneyi satın alması şeklinde değil, iki özne arasında yapılmaktadır. Öznelerden birinin diğerine bir nesne gibi bakması akdi bir “kira akdi” ya da bir “intifa akdi” konumuna indirgeyecektir. Böyle bir akitle ticari bir akit arasında fark olmayabilir. Fakat nikah akdine böyle bakmak, nikahı kerametinden yoksun kılan bir bakış açısıdır.

Eşlerin birbirlerine “tüketici hakları” prosedürünü uyguladıklarını düşünebiliyor musunuz? Piyasada gördüğümüz başlamadan biten evliliklerde, birbirlerini tükettiği için çabucak tükenen ve nikah akdine “kira sözleşmesi” gibi yaklaşan çarpık tasavvurun payının olmadığı söylenebilir mi?

İşte Allah adına yapılan nikah akdini temsil eden “dini nikah”ın önemi ve değeri burada gündeme gelmektedir. “Değeri” kelimesini tesadüfen kullanmadım. Nikah düğümüne can veren bir kutlu “nefes” anlamına kullandım. İki ayrı unsurdan bir “bütün” çıkarmak için atılan düğüme, önce tarafların kendileri değer atfetmeli.

Bir değerin kalıcı olması, ya bir biçimde kutsalla irtibatının kurulmasına, ya da zaten var olan irtibatının ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Evlilik sözleşmesinin “Allah adına, Allah için, Allah’lı” olmasının önemi işte burada yatmaktadır. Hristiyan Batı toplumlarından tutun da Afrika’nın animist toplumlarına varıncaya kadar her cemiyette nikah sözleşmesi ile kutsal arasında mutlaka bir irtibat kurulmuştur.

Şu işe bakın ki bütün insanlığın ortak tecrübesine karşın bu ülkede nikahın kutsalla ilişkilendirilmesi yasak. İlle de “laik” kilise adına kutsalsız kıyılacak nikah. Başka türlüsü olmaz. Niye bu dayatma? Hikmetini açıklayacak biri var mı?

Sahi kendi nikah sözleşmelerini, isteyen çift Allah adına “düğümlese” bunun kime ne zararı var? Mesela devlet bundan ne zarar görür? Aksine çiftler, Allah adına yapıldığı için sözleşmeye kutsallık atfederler. Bu da onların aile bütünlüğüne ve saadetlerine katma değer olarak yansır. Sakın devlet denilen bu soyut aygıt, vatandaşının aile saadetini kıskanıyor olmasın?

Laik devletin ideolojik bağnazlığı bu topluma çok pahalıya mal oluyor. Bu bağnazlığın neden olduğu mağdurların kahir çoğunluğunu da kadınlar teşkil ediyor. Çünkü devlet, toplumun tanıdığı ve sindirdiği dini nikahı tanımıyor, resmen onaylamıyor. Bu durumda ortaya, resmen nikahsız fakat toplum nezdinde nikahlı sayısız çiftler çıkıyor. Hukuki müeyyidesi olmayan bu nikah akitleri hem dinen nakıs oluyor, hem de bozulmaları halinde mağdur üretiyor. Bunların çoğunluğunu da kadınlar ve masum çocuklar oluşturuyor.

Bu elim manzara karşısında bizdeki tuzu kuru laik kadın örgütleri ne mi yapıyorlar? “Şaşkın ördeği” oynayıp, en büyük zararı kadınların gördüğünü bile bile, zinayı savunuyorlar. Bunlar güya kadın haklarını savunan sivil toplum örgütleriymiş. Meğerse onların “kadın” dediği “zaniye”, hak dediği de “zina” imiş.

Yorum Yaz