Nilüfer hepimizi savunuyor

Tarih, nice zulümlere şahit olmuş. Büyük zulümler büyük mazlumları ve büyük davaları ortaya çıkarmış.

Büyük davaların büyük mazlumları, unutulmaz savunmalar yapmışlar. Bu tarihi savunmalar, çoğu zaman sahibini mazlum olmaktan kurtaramamış; fakat gök kubbeyi o gün bu gündür bir mazlum çığlığı olarak çınlatmış, geleceğin tüm mazlumlarına güç vermiş. Onlara zulmedenlerin adı ya lanetle anılmaya ya da unutulmaya mahkum iken, mazlumların adı tarihin ak sayfalarına silinmez bir biçimde nakşedilmiş.

Tarihin en ünlü savunmalarının başında Atenalı Sokrat’ın savunması gelir. “Ben” diyordu Sokrat, kendilerini tanrılaştıran Atena’nın soysuz yöneticilerine karşı, “Atena atının sırtına onu uyandırmak için konmuş bir at sineğiyim.” Tarihi savunması onu baldıran zehrini içerek ölüme mahkum edilmekten kurtaramadı; fakat o, inandığı değerler uğruna ölmeyi göze alan tüm dava adamlarına sürecekleri bir iz bıraktı.

Nasıralı İsa (a), kendisini “yalancı peygamber”lik suçlamasıyla yargılayan Yahudi Senhedrin”inin Ferisi üyelerine “Badanalı kabirlere benziyorsunuz; dışınızdan çok alımlı görünüyorsunuz, fakat içiniz leş gibi” diyordu. Hz. İsa’nın Senhedrin’de yaptığı savunma da sonucu değiştirmedi; fakat o, kendisinden sonra zalimlere karşı hakkı savunacak olanlara kıyamete kadar sönmeyecek bir meş’ale bıraktı.

Dreyfüs davasında, mahkemenin adaleti katleden kararı karşısında “İtham Ediyorum!” adlı tarihi savunmasıyla tüm Fransa’yı ayağı kaldıran Emile Zola’nın gök kubbeye saldığı çığlığı nasıl unuturuz? Ya Ebu’l-Kelam Azad’ın işgalci İngilizlerin mahkemesi önünde, işgal edilmiş vatanını, ihlal edilmiş değerleri ve özgürlüğüyle birlikte aslanlar gibi savunuşunu?

Said Nursi’nin, ittihat ve Terakki çetelerinin muhaliflerini temizlemek için düzenledikleri 31 Mart provokasyonunun ardından çıkarıldığı mahkemede, Beyazıt Meydanı’nda sıra sıra dizili darağaçlarına bakarak, “Zalimler için yaşasın cehennem!” haykırışını unutmak mümkün mü? Tabii ki Necip Fazıl’ın her biri bin yüreğin haykırışına bedel savunmalarını da…

İşte, burada çok azını andığım tarihi savunmalar zincirine eklenecek türden bir savunma Cerrahpaşa Tıp Fakültesi öğrencisiyken başörtüsü mağduresi olan Nilüfer Pehlivan’ın savunması. Yeni Şafak’ta yayınlanan bu savunmanın tam metninin daha geniş kitlelere ulaşması için Akit”in de yayınlamasını temenni ederek, her satırı bir ok gibi yüreğe saplanan savunmadan kimi pasajlar aktarayım.

“Lütfen yüzüme bakın sayın hakimler!”

Sayın mahkeme…

“Şimdi, bulunduğunuz yerin, buradan nasıl göründüğüne ilişkin birkaç söz etmek istiyorum: Çok korkutucu görünüyor. İlgi ve özeninizi lütfen hissettirin yargıladıklarınıza ve suçladıklarınıza… Çünkü bizlerle ilgili, gençliğimizi bitirecek suçlamalarda bulunuluyor ama büyük bir aldırmazlık yapılıyor… Artık lütfen yüzüme bakın olanları sizlere anlatırken; anlamaya çalışın beni…

Daha düne kadar hekim adayı bir genç kız olduğumu anımsayın lütfen ve bir zamanlar sizler de benim gibi gençtiniz… Sizleri de aileleriniz büyük özverilerle okuttu üniversitelerde. Ay sonunu belki sizler de zor getirirdiniz kısıtlı öğrenci bütçenizle. Ayakkabınızın ömrünü onarımlarla uzatarak giydiniz belki de. Ailenizin size ayırabildiğinin her lirasını harcarken, siz de içinizi vefa denen, o sıcak duygunun bürüdüğünü duyumsadınız.

… Beni yargılarken kendinizi de yargılamış olacaksınız. Ve belki de asıl zor olan, başkalarını yargılarken insanın kendisini de yargılıyor olması. Beni yargılarken sizlere kanun yol gösterebilir, ama insan kendi kendini yargılarken işini kolaylaştıran kanun maddeleri de yok. En fazla bir ses var belki içinde; vicdanının sesi… İçimden bir ses bana, sizin bu davada beni yargılarken değil de, kendinizi yargılarken daha çok yorulacağınızı söylüyor.

Kimliğimizden koparılmak, yurdumuzdan sürülmeye eşdeğer duygular yaşatır bizlere. Kimliğimizi gönüllüce terk edebiliriz ancak. Çünkü o bizim en temel ve kapsamlı tercihimizdir. Yurdumuzun ele geçirilmesine ve parçalanmasına karşı durduğumuz gibi kimliğimizin ele geçirilmesine ve parçalanmasına da benzer bir direnişle karşı dururuz.

Sayın mahkeme! On üç yaşından beri benimsediğim giyim tarzı, doktor olmama iki yıl kala, birileri için sorun oluşturduğundan buradayım bugün. … Onlar insani bir farklılığın içeriğini zorlayarak, ona bambaşka anlamlar verdiler. İnsanlara kendilerini kötü hissettirdiler; birçok insanı umarsızca incittiler ve horlanmışlık duygusu yaşattılar… İdeallerimin ve umutlarımın olacağını hiç düşünmediler. Derslere girmek istediğimde, kapılardan kovulmama neden oldular. Polislere beni okuluma sokmamak için barikatlar kurdurdular; anfilerde beni arkadaşlarımın önünde sürükleyerek dışarı atılmamı sağladılar. “Belki bu kez alınırım” ümidiyle sabahlara kadar çalıştığım sınavlara beni sokmadılar.

… Sayın hakimler! Siz olsaydınız ne yapardınız? Bir gün mahkemeye geldiğinizde, açığa alındığınızı öğrenseniz ve bunun gerekçesi ne, ne bileyim, örneğin bıyıklarınız olsaydı. Bıyıklarınızı, birilerinin canını sıkıyor diye keser miydiniz? Onurunuzu ve kişiliğinizi düşünerek, hakkınızdaki uygulamayı sorgulardınız herhalde.

Bizleri “düzene sokmak için” haksızlık yapmamanızı talep ediyorum!

(02 Ağustos 1999)

 

Yorum Yaz