O kadar susamışız ki…

Bu topraklardan, bu toprakların insanından hiç umut kesmedik. Dört bir yandan kuşatılmışlık hissi yaşadığımız dönemlerde dahi kesmedik.

Onlar bizim insanımızdı. Bizler, bu topraklara aittik. Ruh kökümüz, bu toprakların ruh köküyle aynı genleri taşıyordu. Bu topraklarda, suni ilkah yoluyla peydahlanmış kısa ömürlü yalan “çekin gidin” dedi diye, çekip gidemezdik.

Nitekim gitmedik de.

Hem, bin yıllık gerçeği, bin yılın zekatı kadar ömrü olan bir yalan nasıl kovabilirdi ki?

Kovamadı da.

Ağladık. Ama gözyaşımızı görünce sevinecek olanlar görmesin diye, içimize ağladık. İçimiz yanarken, kendimizi hep tebessüm etmeye zorladık. Üstad’ın “Öz yurdunda garipsin öz vatanında parya” mısraı kim bilir kaç kez döküldü dudaklarımızdan? Yine onun “Ağlayın su yükselsin belki kurtulur gemi / Anne seccaden gelsin, bize dua et, e mi?” mısraları, kim bilir kaç kez döküldü dudaklarımızdan? Dudaklarımızdan ve mahzun yüreklerimizden.

Sevinmeye hasret kalmışız. İçimiz ata ata gülmeye hasret kalmışız. Şöyle derin bir soluk alıp “Oh, millet varmış!” demeye hasret kalmışız.

Politik alandan abartılı beklentiler içinde olmadığımı bilen dostlarım, şaşkınlıkla karışık, neşemin sebebini soruyorlar. Ve ardından kaygılarını dillendiriyorlar: “Dindar kitlelerin uğratıldığı bunca mağduriyeti giderebilecekler mi?” diye.

“Gün, Ramazan günüdür” diyorum. “Ramazan, rahmet ve mağfiret ayıdır, fedakarlık ve vefakarlık ayıdır, paylaşmak ve vermek ayıdır” diyorum. “Siz de beklentilerinizin bir kısmını tasadduk edersiniz” diyorum.

Bu ülkenin aç bırakılmışlarına, açık bırakılmışlarına, işsiz bırakılmışlarına, yoksulluğa mahkum edilmişlerine, itilip kakılmışlarına…

Beklentilerin zekatını vermek…

Allah için verilenin katlanarak döneceğini bilerek vermek…

İdeolojik mülahazalar sebebiyle, bu ülkede yolsuzluğun ve haramiliğin yol açtığı açlık, yoksulluk, işsizlik yangınını görmemek inançlı insanlara yakışmaz. Özgürlük bazılarını köleleştirerek sağlanamayacağı gibi, adalet de “kısmî” olamaz.

Yangın yerine dönmüş bu ülkeyi el birlik kavramak zorundayız. Sorunun bir parçası değil çözümün bir parçası olarak. Yük olmak yerine yük almayı deneyerek. Evimiz gibi sahiplenip, evimiz gibi titizlenerek.

Hayal kırıklığı mı?

Gerçekçi olalım. İnsanın olduğu yerde, hayal kurulacaktır. Hayal kurulan her yer ve zamanda, kırılan hayaller hep olacaktır.

Bazı güzelliklerin “hayali cihan değer”. Bazı güzelliklerin yalanına dahi cüppe verilir. Tıpkı Mevlana Celaleddin’in verdiği gibi. Hikaye edilir ki, Mevlana, Tebriz sokaklarında üstadı Şems’i ararmış. Ne ki, kimse yerini bilmezmiş. Her halinden serseri olduğu anlaşılan biri Şems’in adresini tarif etmiş. Mevlana, buna karşılık, herkesin gözünü kamaştıran cüppesini çıkarıp onun sırtına koymuş. Etraftan olayı görenler “Ey yabancı!” demişler, “bu şehirde onun söylediği gibi bir mahalle, onun söylediği gibi bir sokak yok. Sen cüppeni boşuna verdin”

Celaleddin Rûmi’nin cevabı şöyle olmuş: “Olsun! Ben cüppemi onun yalanına verdim. Esah söyleseydi, canımı verirdim.”

Kıssadan hisse mi? Baksanıza içinde yaşadığımız seçim sonrasının şu atmosferine. Daha ortada icraat yok, hükümet yokken, ülkenin üzerinde esen sam yellerinin yerini seherlerde yüzümüzü okşayan imbatlara bıraktı.

Mağduriyetiyle, mazlumiyetiyle aramızdan biri olan Recep Tayyip Erdoğan Bey’in daha işe başlamadan estirdiği saba yelleri, verdiğiniz cüppelere değmedi mi?

Her daim takdir ettiğim, o yüzüne kazınmış hüzünlü tebessümüyle içimin bir yerleriyle hep irtibat kuran Bülent Arınç Bey’in klas duruşu, verdiğiniz cüppelere değmedi mi?

Abdullah Gül’ün o munis ve mütevazı hali, verdiğiniz cüppelere değmedi mi?

Tebriğimiz duamız olacaktır. Bugüne kadar dua ettiğimiz gibi, bundan böyle de etmeyi sürdüreceğiz. Meclis ve kabine üyelerinin her birini, hassaten dost insan Mehmet Ali Şahin Bey’i, önceki dönemin yüz aklarından sevgili Hüseyin Çelik Bey’i ve tüm diğer dostları tebrik ediyorum.

Onlar hakkında hüsnüzan ediyorum. Biliyorum ki hüsnüzan dua, sûizan beddua makamındadır.

Bizler beklentilerimizin bir kısmını bu mağdur ve mazlum millete tasadduk ettik. Kendileri de biliyorlar ki, bu millet onlardan çok şey bekliyor. Belki altından kalkamayacakları kadar çok şey. Eğer, “Allah; elde var Bir!” ve “iman, en büyük imkandır” diye yola koyulurlarsa, bu yükün de altından kalkarlar.

Allah yâr ve yardımcıları olsun.

Şimdi sorunun değil çözümün bir parçası olmak isteyenler, eğer bir şey yapmaya taliplerse, kolları sığayıp, besmele çekip, şöyle demeleri gerekiyor:

Nerede kalmıştık?

 

Yorum Yaz