O taşlardan bize de getir Abdullah!

Bekir Fuat, yine yapmış yapacağını.

İHH adına ümmetin mağdur ve mazlum çocuklarına ulaşmak için uzun yola çıkmaya hüküm giymiş olan Abdullah Aytemiz’i konuşturmuş (Gerçek Hayat, 27 Ocak/2 Şubat 2006). Ne de iyi etmiş.

Okuyanlarınız almıştır alacağını. Ben okumayanlarınız için söyleşinin içinden bazı bölümleri köşeme taşımak istiyorum. Gönlüm bu ibretli tecrübeyi paylaşmamı emretti. Gönül ferman dinletir de, gönül ferman dinlemez.

Pakistanlı Musa yetimhanede kalıyor. 14 yaşında. Türkçe de dahil 7 dil biliyor. İHH’lı ağabeylerine tercümanlık bile yapıyor. En büyük hayali, Türkiye’ye gelip burada okumak.

Abdullah anlatsın: ‘Pakistan depreminden sonra, Türkiye’den giden sivil toplum örgütlerinde tam mesai çalışıyor. En son gittiğimizde ne yaptıklarını sorduk, ‘Abi, yetim çocukları arıyorum, yoksa gaçırıyorlar’ diyor. ‘Ne yapıyorlar kaçırınca?’ deyince, ‘Ayıp şeyler yapıyorlar (seks tacirlerini kastediyor)! Bir de organlarını falan alıyorlar (Organ mafyası)’ diyor. Musa’nın şöyle bir de fonksiyonu var: Pakistan’da şu anda yetimleri toplayıp yetimhane açma yetkisi, Pakistan hükümeti tarafından sadece İHH’ya verildi. Sen istiyorsun çocuğu, ama güvenip vermiyorlar çocuğu sana. Çünkü sen Urduca veya kabile dillerinden hiçbirini bilmiyorsun. İşte bu noktada Musa giriyor devreye. Musa onlara anlatıyor; kendisinin bir yetimhanede kaldığını, Türkiyeli Müslümanların ona baktığını… Bir bakıyorsun, Musa çocuğun elinden tutmuş geliyor.

Musa sanki yetimler için yaşıyor, sanki kendini yeniden yaşıyor…’ Bekir, bu sözler karşısında ‘Musa’yı getirip burada Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürü yapalım yahu…’ diyor. Benim teklifim daha makul: Genel Müdürü gönderelim, Musa’dan brifing alsın… ‘Hayalleri ne çocukların?’ sorusuna gelen cevaba bakın: ‘Kosova’da, Priştina’da Allaaddin Medresesi diye bir yer var. Sırplar, ilahiyat olarak kabul ediyor burayı. Üç kızla röportaj yaptık. Kızlar Türkiye’de ilahiyat okumayı düşünüyorlar. Yaşları daha küçük, başörtüleri falan var. Kızlara, Türkiye’de başörtüleriyle okuyamayacaklarını, başörtüsünün okullarda yasak olduğunu söyledim. Onlar da bana, ‘Biz, Sırpların egemen olduğu bir ülkede, zulmün olduğu, katliamların yapıldığı bir yerde başörtüsüyle okuyabiliyoruz ama!’ dediler.’ Siz olsanız Abdullah’ın yerinde, bu kızlara ne derdiniz? ‘Bizde bazı Sırplar var ki, sizinkilerden daha beter!’ ‘Türkiye’yi de Sırplar yönetirse, o zaman belki örtünüzle okursunuz!’ ‘Aaaaah! Oooof!’ ….

Hangisini derdiniz? Yoksa hançer keskinliğinde bir sükûtla mı karşılardınız? Ya şu hikâyeye ne dersiniz: ‘Kenya’da tek başına mücadele eden bir adam vardı. Yaptığı şey şu: Bir şeyler söylüyor, çocuklar da tekrar ediyor. ‘Allah bize yeter!’ diyor, çocuklar tekrar ediyor. ‘Muhammed O’nun kulu ve Rasûlü’dür’ diyor, tekrar ediyorlar. ‘Allah bize namazı emretti’ diyor, tekrar ediyorlar…

Sonra çocuklara şeker dağıtıyor. Misyonerlerin okullarında ise, o bölgenin şartlarına göre imkânlar çok iyi. İyi kötü yatakları var, pikeleri var, en önemlisi yemek veriyorlar. Müslümanlar, çocuklarını, bakamadıkları için bu okullara veriyorlar. Bu çocuklar da Hıristiyan oluyor. Bölgede o bölgenin dilinde Kur’an-ı Kerim yok.

Ağaçlardan levhalar yapmışlar; hafızlar bunlara yazıyor, çocuklar da alttaki satıra tekrar ediyor. Çünkü defter bile yok…’ O çocuklara cümlesini tekrar ettirip şeker dağıtan adamın derdini anladınız, değil mi? Son hatıra Filistin’den. Abdullah, Yâsir Arafat’ın misafiri olarak gittiği Filistin’de çocuklara, ‘Size Türkiyeli Müslümanların selâmını getirdim’ diyor ve ekliyor: ‘Türkiye’ye götürecek hediye istiyorum sizden, bana en değerli hediyenizi verin’ diyor. Filistin’in asil çocukları boyunlarını büküyorlar. Zira hiçbir şeyleri yok verecek.

Devamını nakledeyim: ‘O kadar mahzunlar ki, bunun üzerine dayanamayıp ‘Taş istiyorum taş!’ dedim. Bunun üzerine yerlerinden fırladılar; bir yandan marş söyleyip taş kırdılar bana vermek için. O zaman bir kucak dolusu taş getirdim Kanal 7’deki arkadaşlara.’ Gözlerim parladı. O taşlardan şimdi elimizde olsaydı da, vurdumduymaz Müslümanların eline tutuşturup, ‘Alın, başınızı bu taşlara vurun, belki aklınız başınıza gelir!’ diye haykırsaydık. Avazım çıktığı kadar bağırmak geliyor içimden: Abdullah, o taşlardan bize de getir!

 

Yorum Yaz