Oku

Ramazan Kur’an ayıdır. Çünkü insanlığa gönderilen tüm ilahi mesajların sertacı olan Kur’an vahyi, yine Kur’an’ın kendi beyanına göre bir Ramazan ayında inmeye başlamıştır.

Leyl suresinde, Kur’an’ın indiği Ramazan gecesine “Kadir Gecesi” adı verilmekte ve Kur’an’ın doğumuna şahit olan bu meçhul gecenin “bin aydan daha hayırlı” olduğu müjdelenmektedir.

Bir geceyi bin aydan daha hayırlı kılan da, o gecenin içerisinde yer aldığı bütün bir ayı (Ramazan) mübarek kılan da Kur’an’ın o gecede/ayda doğmuş olmasıdır. Demek ki, parmağın gösterdiği ay burada Kur’an’dır. Ramazan da, Kadir Gecesi de, tüm kadr u kıymetini Kur’an’ın doğuş zamanı olmalarından almaktadırlar.

Kur’an’ı bir tarafa bırakıp da Ramazan’ın ya da Kadir Gecesi’nin bereketine nail olmayı istemek, müsebbibe sırt çevirip sebebe sarılmaktır ki, amacı atıp aracı tutmak kadar abestir.

Ramazan iklimi Kur’an iklimidir. Kur’an’ın diriltici soluğunun en ölü yüreklerde bile çiçeğe durduğu bir özge mevsimdir. Ruhuna ihanet edilmemiş bir Ramazan, hoyrat eller tarafından kundaklanmış milyonlarca yüreğe bir rahmet sağanağı olup inecek, yaralı gönülleri onaracak, yaslı gönülleri şad ü handan edecek, umut tohumlarını yakıp kavuracak kadar kuraklaşıp çöle dönen kalpleri tekrar yeşertecektir.

Bütün bu güzelliklere vesile olan Kur’an’ın, bundan yaklaşık 1433 yıl önce, Hıra’nın baştan ayağa sancılı ve çok farklı konuğuna, hangi cümlelerle inmeye başladığını özellikle bugünlerde hiç aklımızdan çıkarmamamız gerekiyor.

Oku, yaratan Rabbin adına!

O insanı bir ‘alak’tan yarattı.

Oku, Rabbin sonsuz ikram sahibidir

O ki, kalemle yazmayı öğretti

O öğretti bilmediğini insana!

Kitap ehli olmadan iman ehli olunmaz

İşte son vahiy, Son Elçi’ye “oku!” emriyle gelmeye başlıyordu. Bu emir “ilet, bildir, tebliğ et” anlamlarından önce, kelimenin birincil anlamı olan “okumaya” tekabül ediyordu. Çünkü henüz ortada tebliğ edilecek bir “bildiri” bulunmuyordu bu bir, ikincisi bu vahiyden sonra aylar süren bir vahiy kesilmesinin ardından Müddessir suresinin ilk ayetleriyle asıl “risalet” başlıyor ve “kalk, uyar!” diye emrediliyordu. Anlaşılıyordu ki, Alak suresinin ilk ayetleri “nübüvvete” ilişkin, Müddessir suresinin ilk ayetleri ise “risalete” ilişkindi.

İçinde bulunduğu toplumun her alanda iflah olmaz çözülüşünü ve ahlaki kokuşmasını gördükten sonra, başını alıp dağlara vuran sancılı bir yürek, bu kutlu sancının sonunda sadece kendi “ben”ini doğurmakla kalmıyor, aynı zamanda insanlığı aydınlatacak bir güneşe de hamile kalıyordu.

İlk inen ayetlerden, onun hangi varlık sorularını sorduğunu, hangi sancılarla kıvrandığını gayet kolay anlıyorduk. Onun yoğunlaştığı iki alan dinle felsefenin buluştuğu ender eklem noktalarından biriydi: Varlık ve bilgi. O, “ben kimim?” ,”varoluşun anlamı ne?”, “kim, nasıl var etti?”, “nereden gelip nereye gidiyorum?”, “hakikati kimden, nasıl, neyle öğrenebilirim?”

Bu sorular varlık sorularıydı. Ayetler, işte bu varlık sorularına cevap olarak geliyordu ve “Oku!” emriyle başlıyordu.

O okuyordu elbet. Kendisini okuyordu, kainatı okuyordu, varlığı ve eşyayı okuyordu. Fakat Allah’ın adıyla okumayı beceremiyordu. Bu okuyuşu kitapla taçlandırmadıkça yarım kalan bir okuyuş olacaktı. Dolayısıyla, hedefine varmamış bir okuyuş olacaktı. İşte vahiy bu soylu okuyuşa kutsiyyet kattı ve “okunan” anlamına gelen Kur’an inmeye başladı.

Her kitap bir Kitab’ın anlaşılması için

Ramazan, aklın, kalbin ve ruhun beslenmesi için bedenin aç bırakılmasıdır. Ruh beslenmesi için bulunmaz bir ilahi fırsat olan Ramazan’ı “beslenme ayı”na çevirip, sofralarını Karun sofrasına çevirmek için her türlü gıda stoklayanların, kitapların şahı olan bir Kitab’ın doğum ayında ruh beslenmesi için kitap stoklamaları günün anlam ve önemine daha uygun olmaz mıydı?

“Oku!” emrinin tüm bir insanlığa verildiği bu ayı, bu emirden soyutlayarak kutlamaya kalkışmanın abesliği üzerinde duracak değilim. Fakat Ramazan’ın tüm bereketini toplayarak gönüllerimize konuk olmayışının sebebini de burada aramak yerinde olur sanırım.

Ramazan ilahi bir gündemdir. Bu ilahi gündem karşısında basit, sentetik ve geçici gündemlerimiz gün görmüş kar gibi erimiyorsa, bu muhteşem imkanı israf ettiğimizin resmidir.

Doğduğu ayı Ramazan diye kutladığımız Kur’an’a sunacağımız doğum günü çiçeği kitaplardan oluşmuş bir buket olmalıdır. Bu buketi Kur’an’a arz etmeliyiz. Hepsinden öte, Kur’an’la olan ünsiyetimizi bu ayda zirveye çıkarmalı, onunla aramızda bir dostluk peyda etmeliyiz. Allah’a karşı “esas duruşumuzu” bozmadığımıza Kur’an’ı şahit kılmalı, bu dostluğu bir “şahitliğe” dönüştürmeliyiz.

Çeçenistan dağlarında, imanına en değerli varlığı olan canını şahit kılıp “aşkını” ispat eden “en büyük aşık”ların şahitliğinden mahrum olabilirsiniz.

Fakat imanınıza Kitab’ı, kitapları, zamanı, günü geceyi şahit gösterememek…

İşte en büyük mahrumiyet.

Yorum Yaz