Ortaya karışık

“Karikatür rezaletinde Merkel’in parmağını deşifre ettim” diyor muhatabım ve ekliyor: “Merkel’in ipi Neo-Con’ların, Danimarka’nın ipi de Merkel’in elinde”.

İranlı muhatabımla dostluğumuzun 20 yıllık bir geçmişi var. İran’da televizyon gazeteciliği deyince akla gelen ilk isimlerden biri. Aynı zamanda etkili bir yazar. Onu hep bir Türkçe sevdalısı olarak tanıdım. Zaten konuşurken dinleseniz, doğma büyüme İstanbul efendisi zannedersiniz. Eskiden üst düzey resmi görüşmelerin aranılan mütercimiydi. Karış karış Avrupa’yı dolaşarak yaptığı bir belgeselin ardından, şimdi de Türkiye belgeseli çekiyor.

İslam’a ve Müslümanlara dair Avrupa siyasetinin izini sürerken, enteresan olaylar keşfetmiş. Mesela bunlardan biri karikatür krizinden iki gün önce yaşanmış şu olay:

Almanya’da arkasında devlet eli olan bir sitede, imamlar/mollalarla papazlar arasında yapılan bir maçın görüntüleri var. Maçı 13-1 papazlar almış. Hakem de bir Yahudi hahamı. İlk anda her şey normal gibi geliyor. Muhatabım maça katılan Müslüman din adamlarını tek tek bulmuş ve konuşturmuş. “Aralarında bir tane genç var, onun da ayağı sakat” diyor. 80’lik bir dede bile maça çıkmış. “Nasıl oldu bu iş” deyince, “Bize maç günü, hatta maç saatinde haber verdiler, papazlar Müslüman din adamlarıyla maç yapmak için sahaya çıktı muhatap bulamıyor dediler, biz de sıradan bir şey sanıp çıktık” diyor.

İstim arkadan geliyor. İstiskaller, tahkirler, demeçler? Yahudi hakem “O bir golü mahcup olmasınlar diye imamlara ben verdim” diye demeç veriyor, şişine şişine? İşin asıl dikkat çekici yanı şu: Biraz karıştırınca, bu maçı organize eden parmaklar, karikatür rezaletinin altında da gözükmüş, iyi mi?

ABD ve Avrupa’nın maharetli parmaklarından söz açılmışken, Irak’taki Şii-Sünni savaşında bu parmakların izlerini görmemek olur mu? Birkaç ay önce Irak’ta ilginç bir olay yaşanıyor: Aynı gün öğleden önce 7 Sünni, akşam ise 11 Şii, canavarca yöntemlerle öldürülmüş olarak bulunuyor. Kimisi işkenceyle boğazı kesilerek, kimisi kolu-bacağı kırılarak öldürülmüş. İşin enteresan yanı ne biliyor musunuz: Sünni kurbanların tümünün nüfus kâğıdında Ömer, Şii kurbanların nüfus kâğıdında ise Ali yazıyor.

İnce iş. Altındaki parmaklar, bizi tanıdık merkezlere götürüyor. Arkasından cami ve pazaryeri bombalamaları geliyor. İşin ilginci, pazaryeri bombalamalarında, kendi kamyonetine ruhu bile duymadan bomba yerleştirilen zavallı vasıta sahiplerinin adı, “intihar bombacısı”na çıkıyor. Şeytan’ın aklına gelir mi? Ama şeytanın aklına gelmeyen, mazlum Müslümanların başına geliyor. Ve büyük Ayetullah Sistani, mescit katliamlarının önüne geçmek için “Şiilerle Sünniler, bir birinin bir diğerinin camiinde birlikte namaz kılsınlar” diyor. Ne tesadüf, bunun üzerine cami cinayetleri şıp diye kesiliyor.

Bu arada geçtiğimiz ayın başlarında, Tahran’da yayınlanan Cumhûri-i İslâmî gazetesinin başyazısında yer alan ilginç mi ilginç bir tarihi bilgiyi sizlerle paylaşmalıyım: Bundan yaklaşık bir-bir buçuk asır mukaddem, Kaçar Hanedanı zamanında İngilizler İran’da şeytanca bir tezgah kuruyorlar. Tahran’ın büyük camilerinden birinin imamına büyük meblağda bir para veriliyor. Bu parayı hak etmenin tek şartı var: Vaaz ve hutbelerde Hz. Ömer’e hakaret edilmesi. Daha sonra açılan gizli belgelerden, paranın karanlık kaynağı ortaya çıkıyor. Evet, bildiniz: İngiliz büyükelçiliği. 8-10 el değiştiren para, oynayıp gülüyor, yerini buluyor. Cumhûri-i İslâmî Başyazarı, parayı alan zatın bu şartı fazlasıyla yerine getirdiği bilgisini de veriyor aynı makalede.

İster misiniz, Sünni toplumlar içinden satın aldıkları bazı Sünni din adamlarını da “İranlılar Hz. Ömer’e küfrediyor” diye bağırtsınlar! Zaten bunu yapmayacaklarsa, o kadar yatırımı niçin yapsınlar? Bu tipleri bulmak için tarihe gitmeye gerek yok, bugün bile mebzul miktarda bulabilirsiniz. Zavallım, bu işi eğer parayla yapıyorsa satılmış oluyor. Para almadan yapıyorsa, onun adını da siz koyun.

Şahsen, ABD’nin İran’a saldıracağına hiç ihtimal vermedim. Bu, hem Hizbullah’ın tükürük menzilindeki İsrail için, hem de Irak’ta 150 bin asker bulunduran ABD için intihar olurdu. Böyle bir saldırının iki şartı var: Güney Lübnan’da Hizbullah bitirilir, ABD askerlerini Irak’tan (ve dahi Afganistan’dan) çeker. ABD İran’ı ancak o zaman vurabilir.

Muhatabımın değerlendirmeleri, kanaatimi aynen tasdik etti. Nükleer çalışmalarda İran’ın aldığı mesafe, Rus kartını bile dışlayacak kadar ileri. Son günlerde dünya medyasında yer alan Putin’in Bush’la İran’ın nükleer faaliyetlerini durdurma konusunda ortak hareket edeceklerine dair açıklamanın, tam da bu yüzden hiçbir ciddiyeti bulunmuyor. Anlaşılan o ki, İran, kendini dünyanın akıllısı sanan ABD’yi, tıpkı Tebes bozgununda, Büyükelçilik baskınında, bir uçak dolusu silah ve yedek parçayı elleriyle teslim ettikleri “ahmak operasyonunda” ve Hatemi ile başlayan “yenilikçi” siyasi hareketin ‘muhalefeti’ konusunda olduğu gibi, yine parmağında oynattı. İş bilenin, kılıç kuşananın.

İranlı Azeri asıllı bir rejim muhalifinin yüzüme beraber yıllar önce sorduğu o soruyu, ben hâlâ cevaplayamadım. Beni zor durumda bırakan o soruyu buraya taşıyayım, kim bilir, belki bir cevaplayan çıkar:

“Ağa can, ağa can! İran İran’dan yönetilir! Sen diyebilir misin ki, Türkiye Türkiye’den yönetilir?”

 

Yorum Yaz