”Paranın dini imanı olmaz mı?”

“Paranın dini imanı olmaz!”

Ziya Paşa’nın dediği gibi, “Evvel yoğidi iş bu rivayet yeni çıktı.” Hiç olur mu öyle şey? Kim demiş paranın dini imanı olmaz diye? Dini imanı olmayan paraya “dinsiz imansız para” demezler mi? Böyle derlerse yanlış mı söylemiş olurlar?

28 Şubat’ın andıçladığı ve birilerinin adını “yeşil sermaye” koyduğu Anadolu sermayesi, kendisini bu mantıkla savunmuştu. “Savunmuştu” dediğime bakmayın siz; sözüm ona bir savunma bu. Aslında, andıçların dediği yere gelmiş oradan konuşuyordu. Peki, paranın dinsiz imansız olduğunu iddia eden böylesi bir savunma ne işe yaradı? Hiç! Hiçbir işe yaramadı. Onlar, paralarını dinden imandan çıkardıklarıyla kaldılar, o kadar.

Peki, paranın rengi olur mu?

“Kara para” ne demek? Paranın karası varsa akı da var demektir. Devlet, kendi durduğu yere göre parayı “kara” ya da “ak” diye ikiye ayırıyorsa; din neden parayı “dinli imanlı” ya da “dinsiz imansız” diye ayırmasın? Dinli imanlı paranın din dilindeki adı “helâl kazanç”tır, dinsiz imansız paranın din dilindeki adıysa “haram kazanç.”

Evet, demek ki ilk salvoda saldırganların ağzını takınan Müslüman sermayedarların, ağızlarından çıkanı önce kulaklarının duyması gerekiyor. Para kazanmaktan bilgi kazanmaya vakit bulamamış sermayedarlarımız, kavramlarından ve dillerinden vazgeçtikleri kolaylıkla prensiplerinden de vazgeçiyorlarsa, vah ki vah!

Değilse, bizim dinli imanlı bildiğimiz paraların dini imanı gerçekten yoktu da, biz mi yanlış biliyorduk? Bunca mümin, harama bulaşmamak için boşuna mı titizlenmişlerdi?

Helalden kazanmak

Helale harcamak

İslam’da mülkiyet vardır. Ancak, kapitalizmin mülkiyet anlayışıyla uzak yakın alâkası yoktur. Kur’an, mutlak malik olarak Allah’ı gösterir. Bu nedenle Allah’ın niteliklerinden biri de “Malik/Melik”tir. İnsana verilen mülk, bir “emanet”tir. İnsan bu emanete sadakat gösterirse sadık, ihanet ederse hain olur.

Bir kapitaliste israfın haram olduğunu anlatamazsınız. Zekâtın, fakirin kendi malındaki hakkı olduğunu anlatamazsınız. İnfakın, ahirete yatırım olduğunu anlatamazsınız.

“Mal benim değil mi, istediğimi yaparım!”

Kapitalistin, bencil mantığı budur.

İslâm aklı böyle çalışmaz. Evet, mal senin değildir. Servet sana emanettir. Emanetin sahibi, emanet ettiğine nasıl davrandığından hesap soracaktır.

Sadece nereden ve nasıl kazanıldığından değil, nereye ve nasıl harcandığından da…

İşte bu nedenle helalden kazanmak kadar helale harcamak da önemlidir. Bir servetin helal yollardan elde edilmesi kadar helal yollara harcanması da önemlidir. “Hay”dan gelen “Hû”ya gitmelidir.

Bu nedenledir ki, kazanmak kadar harcamak da bir sorumluluktur. Hatta günümüzde, nereye harcadığınız nereden kazandığınızdan daha önemli hale gelmiştir. Çünkü ekonomi, günümüz dünyasında bir savaş enstrümanı halini almıştır. Müminlerin bu hassasiyetlerini törpüleyip onları birilerine boynuzlatanlar, ne ağır bir vebal altına girdiklerini bir bilseler!

Üretim de bilinç işidir, tüketim de. Kazanmak da hassasiyet ister, harcamak da. Müslümanlar, bu ülkenin geleceğini inşa etmek gibi bir iddiadan vazgeçmemişlerse, sadece nasıl ve nereden kazandıklarına değil, nasıl ve nereye harcadıklarına da bakmak zorundadırlar.

Helalden kazanmakla, yarısını başardınız.

Helale harcayın ki, diğer yarısını da başarabilesiniz.

Biliyorum, içinizden şunu diyenler çıkacaktır: “Tamam harcayalım da, bizim paramız kendilerine nasip olsun diye tercih ettiklerimiz de bizi tercih ediyor mu bakalım?”

Uyarmazsanız sizde, dinlemezlerse onlarda hayır yoktur

Evet, “haklısınız” derim.

Siz param helale gitsin diye köşe-bucak koşturup onların işletmelerine koşarsınız. Aa, o da ne? Sizin imanınıza küfreden birilerinin mallarını gözünüze gözünüze dayamaz mı? Sizden kazandığını, sizin esirgediklerinize daha fazlasıyla sebil etmez mi?

Elinin altında bilmem kaç kişi çalıştırmaktadır. Fakat onların hem ahlâki, hem akli, hem de akidevi açıdan iyi yetişmelerini kendisine hiç dert edinmemiştir.

Bir de pazarladığı ürün ya da hizmetin en kalitesizini pazarlamaz mı? Üstüne üstlük, en kalitesiz ürün ya da hizmete, en yüksek bedeli biçmez mi?

Bütün bunlar olabiliyor, oluyor… Fakat bunun çaresi, herhalde “koy ver gitsin” mantığı olamaz. Uyarmalı, sarsmalı, tepkilerinizi iletmelisiniz. Günümüzde hiçbir ticari işletme müşterinin taleplerine sonuna kadar direnemez. Siz uyarmazsanız sizde, onlar dinlemezse onlarda hayır yoktur.

Siz çoğu zaman yukarıda sayılanları bile bile tercihinizi yaparsınız. Bir yanda “enayi” yerine konulma tehlikesi, öte tarafta “helale harcama” endişesi.

Tabii, bir de “globalleşen dünyada…” diye başlayıp, size bir güzel bugünün dünyasında bunların komik kaçacağından dem vuran globalistlerin vaaz ve nasihatleri var.

Yani “seçme”nin beyhude çaba olduğunu söyleyen akıldaneler… Karpuzu kabuğuyla, pirinci taşıyla yemeye bizi ikna etmeye çalışanlar. Hassasiyeti olanları narkozlama derneği üyeleri…

Onlara diyecek bir sözüm yok; “Başınıza global taş düşsün!” demekten başka.

( 23 Nisan 2001 )

 

Yorum Yaz