Reconquista

Kufe, Bağdat, Kahire (Fustat), Tahran (Rey), Darulbeyda…

Bunlar, daha sayamadığım birçoklarıyla birlikte Müslümanların kurduğu “ordugah şehirler”dir. Yani, önceleri yerleşimin olmadığı bu mekanlarda İslam orduları karargah kurmuşlar, daha sonra buralar sivil bir yerleşim merkezine dönüşmüştür.

Birkaç mabed kalıntısı dışında geriye bir şey kalmamış olan Kûfe müstesna, bu kentlerin tümü de bugün ayaktadır. Dahası, bu şehirlerin hepsinde de havra ve kiliseler mevcuttur. Doğaldır ki bu havra ve kiliseler Müslümanların himayetinde inşa edilmişlerdir. Çünkü Müslümanlar eliyle oluşturulan bu yerleşim birimlerinde, başka dinlerin mabedleri tabiatıyla önceden yer alamazdı.

Bir de 700 yıl yaşamış olan Endülüs İslam Devleti’nin Müslümanların hakimiyeti altında kalmış topraklarına (en geniş sınırlarıyla bugünkü İspanya, Portekiz ve Fransa’nın bir bölümü) bakın. Bugün Endülüs topraklarında o günden bugüne varlığını sürdüren bir avuç Müslüman bırakılmamıştır. Bugün İspanya’da yeni yeni yeşeren Müslüman toplumu, sonradan ihtida eden İspanyollar ve dışarıdan oraya yerleşen göçmenlerden oluşmaktadır.

Eğer, İspanyolların Endülüs Müslümanlarına yaptığını Osmanlı yaklaşık 4 asır hakimiyetinde tuttuğu Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan ve diğerlerine yapmış olsaydı, bugün buralarda bir Hıristiyan çoğunluk ve onlara ait bir devlet bulunabilir miydi?

Reconquista, İspanyolcada “yeniden fetih” anlamına geliyor.

Bin yıllık geçmişine İslam damgası vurulan Anadolu’da genelde son yüzyılda, özelde ise 28 Şubat sonrası yaşananlara bakıldığında, ilk akla gelen soru şu: Müslüman Anadolu’da, Batı’nın devşirdiği “yerli” unsurlar aracılığıyla, planlı bir “Reconquista” mı yürütülmektedir?

Bütün veriler göz önüne alındığında, ne yazık ki ben bu soruya “hayır” diyemeyeceğim.

Evet, bu topraklarda, Endülüs’tekine benzer bir Reconquista projesi yürürlüktedir ve son yüzyılda bu topraklarda olup bitenleri böyle bir amacı göz ardı ederek anlamak mümkün değildir.

Keşke benimkisi “vehim” ya da “vesvese” olsaydı?

Ama değil?

28 Şubat, bu topraklarda böyle bir projenin uygulanmak istendiğini, hiçbir “hık-mık”a ihtiyaç bırakmayacak şekilde ortaya koymuştur. Bunu fark etmemek için ya hamakat derecesinde “saf”, ya da gerçekleri görmeyecek kadar kör ve cahil olmak gerek.

Bu ülkede belli yaşın altındaki çocuklara Kur’an öğretmek kanunla yasaklanabiliyorsa… Kur’an öğreten kurumlar topyekûn kapatılabiliyorsa? Başörtüsüne karşı tarihte eşine rastlanmamış bir savaş açılabiliyorsa? Ve bu proje, ülkenin siyasal, ekonomik, sosyal ve ahlaki açıdan batağa saplanması pahasına sürdürülmek isteniyorsa?

Endülüs’te olan da bundan başkası değildi.

Orada 10. yüzyılda başlayan Reconquista projesi 1492’de Gırnata’nın teslim oluşuna kadar tam 400 yıl sürdü.

Yerli Reconquista’nın uygulayıcıları, bu projenin tamamlanması için “gerekirse bin yıl sürecek” tehdidinde bulunuyorlar. Demek ki, “Anadolu Reconquistası” bin yıl gibi uzun bir zaman dilimine yayılmış bir “yeniden ele geçirme” hareketi.

Endülüs’te, Reconquista projesi başlayalı 3 asrı aşan bir süre geçmişti. 1501 yılına gelindiğinde 1492 Gırnata Anlaşması İspanya kralı tarafından hiçe sayılarak Müslümanlar ya ülkeyi terk etmek ya da İslam’ı terk etmek seçenekleriyle baş başa bırakıldılar. Ülkelerini terk etmek istemeyenler zorla İslam’ı terk etmiş gibi göründüler. Onlara Moriskolar adı verildi. Yani bir tür Osmanlı’daki gizli Yahudi olan Sabataistler gibi Moriskolar da gizli Müslüman idiler.

Reconquistacılar buna da tahammül edemediler. Çünkü Moriskolar’ın başörtülü kadınları, İslami kimliğin son kalesi gibi duruyordu. Dona Juana 1508’de yayımladığı bir emirname ile kılık-kıyafet yasağını yürürlüğe koydu. Müslüman önderlerin uzun teşebbüsleri ve Müslüman kadınların direnişleri bu yasağın sadece 1526 yılına kadar ertelenmesini sağladı. 5. Karlos tesettür yasağını en acımasız müeyyidelerle yeniden yürürlüğe koydu. Ama yine de Endülüslü Müslüman kadınlar direndiler. 1566 yılına gelindiğinde 2. Filip kılık-kıyafet yasasını kökünden halletmek için kesin yasağı getirdi.

Endülüs’teki kılık-kıyafet yasağı konusundaki bu bilgileri, Prof. Dr. Mehmet Özdemir’in İspanyol kaynaklarına dayanarak hazırladığı Endülüs Tarihinden Kadın Kıyafetine Dair Bazı Tespitler adlı ilmi makalesinden aldım (İslamiyat, IV, sayı 2). Aynı kaynaktan, bu yasağa karşı 1568 yılında Gırnata Moriskolarının büyük çaplı bir hak arama mücadelesi başlattıklarını, iki yıl süren mücadelenin “çok kanlı bir biçimde bastırıldığını”, ölümden kurtulanların ise zorla yurtlarından edildiğini öğreniyoruz.

1609 yılına gelindiğinde Engizisyon Mahkemeleri’nin yoğun gayretleriyle (!), geriye kalan Müslüman Morisko kadınlarının önemli bir kısmının İslami örtüsü de halledilmiş oldu.

“Anadolu Reconquistası”nın uygulayıcılarını, İspanyol Reconquistası’nın uygulayıcılarından ayıran fark, onların bu projeyi “kendi adlarına”, berikilerinse “Batılılar adına” üstlenmiş olmaları olsa gerek.

Yerli Reconquista karşısında Anadolu Müslümanlarının sonunun da İspanyol Moriskoları gibi olup olmayacağını hep birlikte göreceğiz.

Gözü kapalı Amerikancılık yapan bir arkadaşımızın “İslamcılar” dediği Müslümanların birileri eliyle “neslinin tüketileceğinden” dem vurması, bana bunları hatırlattı.

Ben iki Reconquista’nın mantığı arasında mahiyet farkı görmüyorum.

Ya siz?

 

Yorum Yaz