Sanat terörü

Trafik terörü, gıda terörü, medya terörü derken, şimdi de “sanat terörü” çıktı başımıza.

Zaten nicedir şov dünyasının bedenlerini kamunun ortak malı ilan eden hatun kişileri “sanat” gibi estetik bir alanı kirletip duruyorlardı.

Et-balık kurumu vitrinine dönmüş ekran ve sahnelerde, sanatlarından (!) çok bedenlerini teşhir ederek para kazanan bayanların “sanatçı” adını aldığı bir ortamda, gerçek sanatın ve sanatçının yeri mi olur?

Nitekim olmadı da zaten. Sanat gibi estetikle ilgili bir kavramın düşürüldüğü bu vahim durumun tahlili bahs-i diğer. Ama hemen vurgulamamız gereken bir şey var: Etik ve estetik aynı batında büyüyen ve aynı anneden emen siyam ikizidirler. Ve doğal olarak gerçekte, etik olmayan şey estetik de değildir. Yani özünde, ahlaksız olan güzel de değildir.

Sanat terörüne yeni şahit olmadık. Kendilerine “sanatçı” adını veren kerameti kendinden menkul bir zümrenin, kendi anlayışlarına aykırı her sanatsal gelişmeye karşı estirdikleri “ideolojik terörün” örneklerini geçmişten hatırlıyoruz.

Bir kere bu zümrenin bu ülkedeki tedarik ediliş biçimi sanatın evrensel kabullerine aykırıdır.

Sanatın “maksim”i “hakikat aşkı ve arayışı”dır. Bizdeki hormonlu sözüm ona sanatkarların “maksim”i resmi ideolojinin “seküler kutsalları”dır.

Sanatçı tüm dünyada yerleşik düzen karşıtıdır. Bizdeki ise durum hayli uygunsuzdur. Zira, “resmi ideoloji yandaşı”dır. Bizdeki malum zümre yerleşik düzen eliyle zorla ve halka rağmen oluşturulmuştur.

Sanat başıyla evrensel olanı ayağıyla yerel olanı temsil eder. Yani her evrensel sanat ürününün neşet ettiği bir “yer”, ayaklarını bastığı bir “mevzi”, bittiği bir “tarla” vardır. Bizdeki hormonlu “devlet sanatı”nın ürettiği evrensel bir esere henüz rastlanamamıştır. Bunun en büyük nedeni ise ayakları yoktur. Bastığı bir yer yoktur. Yani “yersiz”, “yurtsuz” ve dahi “köksüz”dür. Değil bir Mimar Sinan çıkarmak, onun eserlerini adam gibi restore edecek bir “ruh”tan bile yoksundur. Bu, Itri örneği için de, Dede Efendi örneği için de geçerlidir.

Sanatçı, içinde icrayı sanat ettiği toplumun ortak malıdır. Malum zümre ise yakın zamanlara kadar “devletin malı” idi. En sivilinin üstünü kazıyın, altından üniforma çıkar.

Sanatçı içinde icrayı sanat ettiği toplumun değerlerini iyi bilir, o topluma saygı duyar ve sanatı o değerlerlerden yola çıkarak üretir. Bizdeki malum tip topluma tepeden bakar. Onun değerleriyle alay eder. Bazen daha da ileri gidip o değerlere karşı militan bir tavırla savaş açar. İşte bu da “sanat terörü”dür.

Son günlerde bunun tipik bir örneğine daha rastladık. Hikayesi şöyle:

Kanal 7’de Haber Saati’ni seyrediyorum. Ekranda sıra sıra heykeller gösteriliyor. Bunların Esenyurt Belediyesi’nin avlusunda, koridorunda ve hatta başkan odasında konuşlandırıldığını öğreniyoruz. Kamera heykellere geçit resmi yaptırıyor. İşte göğüsleri tamamen ortada biri. Şu yenisi anadan doğma çıplak olanı. Ve, tenasül uzvu ortada bir erkek heykeli?

Kameraman önce zum yapacak oluyor. Ar damarı çatlamamış olacak ki hemen kamerayı uzaklaştırıyor. Belki de o anda ekranları başında “haberdir” diye oturmuş olan insanlara karşı duyduğu sorumluluk geliyor aklına. Ne bileyim?

Ve tam bu noktada muhabir ortaya çıkıp, kadın bedeni teşhir eden medyada bu yüzden topa tutulduğunu öğrendiğimiz Başkan’a heykelleri göstererek soruyor:

“Bunda sizi rahatsız eden ne?”

Hoppala!..

Sadıkoğlu efendi adam. Yüzündeki ifadeyi gayet iyi anlıyorum. “Evladım, seni rahasız etmeyen ne?” diyemiyor. “Eşinle, annenle, kız kardeşinle belediyeye gelsen, yüzün kızarmadan bahçeden, avludan, koridordan geçip odama girebilir misin?” diyemiyor. “Ya bir de elinden tutup getirdiğin küçük bir çocuğun varsa yanında?” diyemiyor.

Diyemiyor ama, diyor aslında. “Bunların yeri burası değil” diyebiliyor. Belli ki başkanı pusturmuşlar. Kamera ve kalem silahını üzerine çevirince pusmamak da her kişinin harcı değil doğrusu. Aslında pusmaması lazım. “İsteyene bunları vereyim, götürsün kendi bahçesinde, kendi evinin koridorunda, kendi makam odasında teşhir etsin” diyebilmesi lazım.

Sadıkoğlu’nu “nü” heykeller yüzünden topa tutan medyanın halini herkes biliyor. Birilerinin ar damarı çatlamış olabilir. Ama çatlamayanların daha cesaretli olmaları gerekmiyor mu? Sanat adına terör estirirlermiş. Olsun. Terörün her türü lanetli de, “sanat terörü” dokunulmaz mı?

Sadıkoğlu’nun ve onun durumunda olanların “İlle de teşhirci ya da röntgenci olmak zorunda mıyım?” diye kendini köşeye sıkıştıranlardan daha gür haykırması lazım. Sanat terörüne pabuç bırakmaması lazım.

 

Yorum Yaz