Şaşırtanlar, şaşırtmayanlar!

Siyaset ve medya ile de içli dışlı olan tesettürlü bir hanımefendi kardeşimiz, “Müslüman Ülkelerde Kadın” başlıklı bir belgesel gerçekleştirmiş.

İsimler değil fikirler ve tavırlar önemli olduğu için, isim vermeyi gerekli görmüyorum. Bu çoğu zaman yersiz kırgınlıklara ve alınganlıklara sebep oluyor. Kaldı ki mümin kardeşliği hukuku da bizi hassas olmaya mecbur kılıyor. Bizim burada tartışmamız gerekenin de, isimler değil fikirler olduğunu düşünüyorum. Bu bize Kur’an’ın öğrettiği bir üsluptur.

Gerçekleştirdiği proje hakkında bir dergi, hanımefendi kardeşimizle mülakat yapmış. Mülakatın bir yerinde, fakirin gözüne şu satırlar ilişti:

“Türkiye’nin diğer İslam ülkelerine göre kadın hakları konusunda çok gelişmiş olduğunu vurguluyor: “Ne kadar eleştirirsek eleştirelim Türkiye’nin demokratik bir ülke olmasının ve seküler hukukun uygulanmasının bunda etkisi var.”

Buradaki “seküler hukuk” konusuna, özellikle dikkat çekiyorum. Bu yargının ne kadar yüzeysel ve ne kadar içi boş bir yargı olduğu konusuna girmeyeceğim. Bu vesileyle, bu ülke Müslümanlarının kafalarının ne kadar karışık olduğuna dikkat çekmekle yetineceğim. Gerçekten kafalar çok karışık, çok.

Bu karma karışıklıkta, Necip Fazıl’ın o ünlü ifadesini hatırlamamak mümkün mü: “Buzdağını hohlaya hohlaya erittik, şimdi ortalık çamurdan geçilmiyor.”

Kafaların karışması, şapın şekere karışması kadar masum değil. Hatta at izinin it izine karışması bile bu kadar zararlı sonuçlar doğurmaz. Tesettürlü hanımefendi, “seküler hukuk”tan söz ettiğine göre, bu ülkede bu hukukun karşısında “İslam hukukunun” durduğunu biliyor demektir. Bu cümlenin bağlamı da “kadın ve din” konusu olduğuna göre, bu böyle.

Şimdi, bu gerçeği bile bile, Müslüman bir hanımın ağzından bu cümlenin dökülmesi ne anlama gelir? Bunu bir yana bırakıyorum.

Böyle bir yargıda bulunmak için bir kimsenin “seküler hukukun” kendi yerine ikame edildiği “İslam hukukunu” bilmesi gerekir. En azından insaf, bilimsellik, hakkaniyet bunu gerektirir. Nedense konuşulan konu İslam veya onunla ilgili bir alan olunca, insanlar çok rahat davranıyorlar. Bunu İslam’ın hasımları yapabilir. Onların tavrı, bu konudaki tercihleri belli. Böyle yapmakla biraz da “İslam nasıl olsa bu ülkede sahipsiz, itilip kakılan bir öksüz konumunda; ne yaparsan yap gıkını çıkaramaz” demiş oluyorlar. Bunun anlamını biliyoruz.

Ama tesettürlü bir Müslüman aydının, bu anlama gelebilecek bir tavra girmesini anlamamız mümkün değil. Kişi bilmediği konuda konuşmamalı. Belgesel çekmek, Müslümanların içinde bulunmak, tesettürlü olmak, aydın sayılmak, İslamcı siyaset yapmak, kişiye İslam hukukunu zımnen mahkum etme iması taşıyan böyle bir yargıda bulunma hakkını verir mi? Bildiğim kadarıyla, Erenköy Kız Lisesi’nde veya İ.Ü. Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu’nda karşılaştırmalı hukuk öğretilmiyor.

Bu örnekten bağımsız olarak konuşacak olursak, bu ülkenin genelde aydınlarının, özelde Müslüman okumuş-yazmışlarının temel meselesi bilgi meselesidir. Üstad Cabiri, geçenlerde yaptığımız sohbette Müslümanların en temel sorununun “Epistemolojik” olduğunu söylüyordu. Yani, bilginin elde edilmesi, üretilmesi, değerlendirilmesi, anlaşılması ve iletilmesiyle ilgili sorunlar?

Sahiden de doğru. Şu soruyu hepimiz açık yüreklilikle kendi kendimize sormalıyız: Biz İslam’ı ne kadar biliyoruz? Bildiğimizi sandığımız şeyleri nereden, nasıl, kimlerden öğrendik? Endazesinden geçtiğimiz gayr-ı İslami eğitim ve öğrenim süreçlerinde, İslam’ı sahih anlamda algılama kapasitemizi köreltmiş olabilirler mi? Müslüman olmamız, hatta onu yaşamamız, İslam ve onunla ilgili meseleler hakkında, öyle gelişigüzel konuşma hakkını bize verir mi?

Tabii ki, meselenin bir başka boyutu daha var: Seküler hukukun kadını özgür kıldığı efsanesi? Evet, resmi ideoloji konusundaki birçok efsane gibi bu da çiğneye çiğneye çürümüş sakızlardan biri. Fakat bu sakızı şimdiye kadar hep tescilli din karşıtlarının, yeminli İslam düşmanlarının, ikna odalarında başörtülü kızlara manevi işkence eden militan laiklerin ve koynunun altında haç taşıyan gizli kimlik sahiplerinin ağzında gördük.

Doğrusu bir müminenin ağzına, bu çiğnene çiğnene kokmuş sakızı hiç yakıştıramadık. Ve yine şaşırdık. Mahut süreçten sonra, Müslümanlar şaşıra şaşıra şaşkına döndü. Bu kadar şaşırmalarına rağmen, şaşırma yeteneklerini kaybetmemeleri de sevinilecek bir şey.

Onları şaşkınlıktan koruyacak tılsımlı bir reçetem yok ne yazık ki. Onların işini kolaylaştırmak için, şöyle kullanışlı bir tasnif önerebilirim. Bu ülkedeki tüm Müslüman aydın, araştırmacı, yazar, çizer, gezer, düşünür, konuşur, vaaz verir, konser verir, öğüt verir, nutuk verir, İslamcı, gelenekçi, tasavvufçu, ilahiyatçı, radikal, hızlı, yavaş, selefi, gelenekçi, eyyamcı varsa, hepsini ikiye ayırsınlar:

1. Şaşırtanlar.

2. Şaşırtmayanlar.

Bu tasnifi yaptıklarında, görecekler, işleri çok daha kolaylaşacak?

Yorum Yaz