Seküler kilisede günah çıkarma seansları

“İhanet” zehirli bir kelime. Bazen “hidayet”le garip bir biçimde yer değiştirdiği olur.

Birinin “ihanet” olarak telin ettiğini, karşı taraf “hidayet” olarak alkışlar. Ama gerçek hidayetin alkışa ihtiyacı olmaz. Genellikle o, alkışın geldiği yönde değil, yüreğin götürdüğü yönde ilerleyerek bulunur.

Tabiî ki, hiçbir gerçek hidayet “ihanet” değildir. Çünkü her ihanet aynı zamanda dalalettir. Dalalet sapmadır, hidayetse doğruya yönelme. Dalalette olan, hidayeti ihanet olarak, ihaneti de hidayet olarak değerlendirir.

“İtiraf” ile “tevbe” arasındaki ilişki de, ihanetle hidayet arasındaki ilişkiye benzer. İtiraf dışa dönüktür, tevbe içe dönük. İtiraf sözlü bir bildirimdir; bin bir türlü hesabın eseri olabilir. Tevbe ise kalbin istikamet açısını doğrultmasıdır.

İtiraf genellikle ya zorlayıcı bir tehdide, ya da yağlı bir teşvike dayanır. Ama her neye dayanırsa dayansın, itiraf itirafçının nesneleşme sürecinin bir sonucudur. Bu süreç itirafçının kimlik ve/veya kişilik kaybının doğal sonucudur.

Bu nedenle itirafla “itibar” çok zor bir arada bulunurlar. İtiraf ettiren tarafın gözünde itirafçının hiçbir değeri olmaz. İtirafçı mevcut kimliğini reddeder, fakat itirafı ona bir başka kimlik kazandırmaya yetmez. Daha ‘ileri’ adım atması, genellikle karşı taraf için meccani tetikçilik yapması beklenir. Çünkü itiraf ettirenle eden arasındaki mekanizma genellikle böyle işler.

Tevbe öyle midir ya?

Tevbe bir tehdit ya da teşvike dayanmak durumunda değildir. Çünkü gerçek tevbenin yegane teşvikçisi vicdandır. Sahibini yerinde durmaz eden, onu yanlıştan vazgeçirmeye çalışan, kötüden rahatsız olduğunu sahibine sızlayarak, inleyerek, ünleyerek bildiren vicdan.

Bu nedenle tevbe ilk hareketini içerden alır. Onun için de itirafçıda olduğu gibi tevbe edende kaçınılmaz bir nesneleşme süreci yaşanmaz. Aksine layıkıyla yapılmış her tevbe, vicdanın sesini dinlemek anlamına gelir. Her tevbe bir bilinç tazeleme olduğu için, aynı zamanda bir “özneleşme” sürecidir. Yani, kendine dönme, kendini bilme, kendini bulma sürecidir.

Tevbekarla itirafçı arasındaki fark özne-nesne farkıdır. Bu fark aslında tevbenin muhatabı olan Allah’la, itirafın muhatabı olan odak arasındaki farktan kaynaklanır. Allah’ın tevbeden hiçbir çıkarı yoktur, itiraf ettirenin ise itiraftan çıkarı çoktur. Hele bu itiraf “ideolojik bir günah çıkarma seansına” dönüşmüşse? İtirafçıyı söyletenler kendilerini hayli tahrik eden itiraflarla karşılaşmışlarsa? Dahası, böylesine çalmadan oynayan itirafçı kırk küpte bir çıkar cinsindense? Bu takdirde itiraf istismar için bulunmaz bir fırsata dönüşür ve şölen başlar.

Özetle tevbe edilen makam iradeyi ödüllendirir, itiraf edilen makam iradesizliği.

Bu ülkede tek hikaye alkıştan tekbire yönelenlerin hikayesi değildir. Tekbirden alkışa yönelenlerin hikayesi de var.

Bu iki hikaye de herkesin gözleri önünde yaşanıyor. Şu fani hayatta “nümune-i imtisal” olmak da var, “ibret-i âlem” olmak da. Kiminin hikayesi nümune-i imtisal olarak hatırlanacak, kimininki de ibret-i âlem olarak.

Nihayetinde herkes bir Yusuf. Kimi Züleyha’sını ardından koşturacak, kimi Züleyha’sının ardından koşacak. Dolayısıyla kiminin gömleği önünden yırtılacak, kiminin gömleği de ardından.

Böyle şeyleri görünce niçin Allah Rasulü’ne “Bana ve size ne olacağını ben de bilemem” (46.9) sözünü söylemesinin emredildiğini daha iyi anlıyor insan. Bir de onun şu duasını: “Ey kalpleri evirip çeviren Allah’ım! Kalbimi senin sevgin ve dinin üzere sabit kıl!”

“Ameller niyetlere göre değerlendirilir; herkes niyet ettiği şeye kavuşur” diyen hadis nasıl devam ediyordu, hatırlıyorsunuz değil mi: “Kimin hicreti Allah ve Rasulü’ne ise, onu o bekler; kimin hicreti de kadın ve dünyalık ise, onu da o bekler.”

Hepimiz muhaciriz ve hayat bir yolculuktan ibarettir. Hepimiz bir şeylerin peşinden gideriz. Kimin neyin peşinden gittiğini elbette gönüllerin özünü bilen biliyor. Ama bazılarının neyin peşinden gittiğini kullar da biliyor.

Bunu tek bilmeyen, kamuoyuna teşhir ve kendini tatmin için yana yakıla günah çıkaracak bir itirafçı arayan seküler kilise.

Resmi ideolojimiz sonunda nur topu gibi bir “endülijans” doğurdu: Mübarek olsun.

 

Yorum Yaz